Şubat 28, 2007

günün (s)özü 56

Bir şeyi gerçekten bilmek, onu anlatmakla olur.

Sokrates

Gözlerin İstanbul Oluyor Birden


Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

Yavuz Bülent Bakiler

Ayakkabı Gibidir Aşk


Bedenin yükünü ayaklar taşır, ruhun yükünü yürekler...

Bütün ağırlığınızı ve yorgunluğunuzu kaldıran ayaklarınız için rahatlığı ve şıklığı bir arada barındıran ayakkabıyı seçersiniz. İçinizin acılarını, sıkıntılarını, kırgınlıklarını ve hayallerini yüklenen yüreğiniz için de huzur verici ve "güzel" bir aşk ararsınız.

Zaten aşklar da ayakkabılar gibidir... Bazıları çamur yağmur, toz toprak kar buz gibi her türlü "kötü hava" koşullarına dayanıklıdır. Bazıları ise ummadığınız kadar kısa zamanda çabucak "yamrulur" ilk yağmurlu havada "altı açılır" veya güzel havalarda bile "iki günde bozulup" gider. Aşkları da ayakkabılar kadar "itinayla" seçmezseniz, tıpkı ayağınızda olduğu gibi yüreğinizde nasır oluşabilir.

Dar gelen bir ayakkabıyı sadece tarzını beğendiğiniz için "zamanla açılır" diyen satıcıya inanarak alırsanız, zaman içinde ayak kemiklerinizde "deformasyon" başlar. Ruhunuzu daraltan bir aşk için de yalnızca fiziksel beğeniye kapılıp "zamanla düzelir" diyenlere kanarsanız, yine zamanla içinizdeki olumlu duyguların "çarpıldığını" görebilirsiniz.

Aşık olabileceğiniz insan türü, tıpkı ayakkabılar kadar değişik stillerde, farklı kalitelerde ve sayısız "renktedir". Aşkı bir çeşit serüven olarak "spor" gibi yaşayanlar, aynen "spor ayakkabı" gibi dikkat çekici ve rahat kişileri bulurlar. Tersine aşkta tutucu ve istikrarlı olmayı benimseyenler "klasik ayakkabı" gibi muhafazakar çizgiler taşıyanlara tutulurlar. Dekolte ayakkabılar gibi sadece cinsellik ve eglence zevkleriyle ateşlenen aşklar vardır. Bez "ayakkabılar gibi kısa ömürlü "tatil aşkları" ise hemen herkesin kişisel tarihinde mevcuttur. "Marka" ayakkabı alır gibi, sevgilinin kariyerine ve maddi durumuna "tutulan" aşıklar görürsünüz. Katı plastikten "yağmur çizmesi" edinir gibi mantık süzgecinden geçirip "işe yarar" biçimde yaşamak isteyenleri de bilirsiniz.

Ayrıca ne tuhaf ki, psikolojik testlerde "zaafı" olup evine sayısız çeşitte ayakkabılar yığan insanların aynı zamanda "değişik" türde aşklara da zaafı olduğu söylenir.

Evet, aşk "ayakkabıdır". Aynen ayakkabınıza bakım yapmayıp "hor" kullandığınız zaman kolayca eskittiğiniz gibi, aşkınıza da dikkatli davranmayıp özen göstermediğiniz zaman kısa sürede "eskitirsiniz". Ve nasıl ki "delik" bir ayakkabıyı tamir ettirdiğinizde yalnızca "bir miktar" ömrünü uzatmış olursanız; "delik" bir aşkı onarmaya kalkıştığınızda da "asla eskisi gibi olmayacaktır"!


Can Yücel

Şubat 27, 2007

Starbucks Yarıştırıyor!

Bu yıl dördüncü kez düzenlenecek olan Starbucks Coffee Tasarım Yarışması için katılımlar başlıyor. Adaylar, 1 Mart–2 Nisan 2007 tarihleri arasında, starbucks.com.tr adresindeki formu doldurarak yarışmaya katılabilecek.

Bu yıl, 'Mutluluğun Resmi’ temasını işleyecek olan yarışmada katılımcılar, Starbucks Coffee’de yaşadıkları kahve deneyimini resme dökerek duygularını anlatmaya çalışacak.

Eserlerin, akademisyen ve sanatçılardan oluşan bir jüri tarafından değerlendirilecek olduğu yarışmada kazanan, üç günlük bir Amsterdam seyahati kazanacak. Ayrıca kazanan eser, Starbucks’ın özel koleksiyon kupaları arasında yer alacak.

18 yaşını doldurmuş tüm amatör ve profesyonel katılımcılara açık olan yarışmanın kazananı, 19 Nisan 2007 tarihinde Starbucks internet sitesinde açıklanacak.

günün (s)özü 55

Bir sabun reklamında Pascal'ın düşüncelerindeki kadar değerli keşifler yapılabilir.

Marcel Proust

GSU06

Dokuz Tür Marka İlişkisi

Altta kalanın canı çıksın

Marka Mimarisi (Brand Architecture) bizim mesleğin son yıllardaki en verimli kolu. Şirketler yeni ürünler çıkarıp yeni alanlara girdikçe, başka şirketler aldıkça veya işbirliklerine gittikçe ellerindeki marka ve alt marka sayısı çığ gibi büyüyor ve o karmaşayı çözmek giderek bir uzmanlık haline geliyor. Allah bereket versin!

Marka ilişkilerinde belli şablonlar olsa da nihai çözüme ulaşırken bilimsel araştırmalar kadar kişisel tecrübelerden de yararlanılır ve çoğu zaman her vakaya özel, özgün bir çözüm üretilir. İlk satırda bahsedilen nedenle, bulunan özgün çözüm kısa sürede eskir ve yeniden bakmak gerekir. Allah bin bereket versin!

Konunun babası David Aaker tarafından oldukça net bir şekilde tanımlanan dokuz klasik marka ilişkisi ve sonrasında bizim yaptığımız dokuz yerel ekleme aşağıda bilgilerinize sunulmuştur:

Alt-Üst ilişkileri (Subbrands)

Master Brand as Driver: Bir ana marka ve bir alt marka var gibi görünse de burada ana marka abiliğini hep hissettirir. Örneğin HP Deskjet veya Dell Dimension markalarında ana marka olmadan diğeri neredeyse bir hiçtir.

Co-drivers: Bu ilişkide de bir alt-üst durumu vardır ancak alt marka o kadar ezdirmez kendini. “Sen Sony isen ben de trinitronum, kasılma o kadar” şeklinde kafa tutabilir.

Onaylama Durumları (Endorsed brands)

Strong Endorsement: Hesapta yeni bir marka lanse edilmektedir ve esas marka “onaylayan” pozisyondadır ancak ana marka bunu öyle terbiyesizce yapar ki diğerini zor durumda bırakır, kişiliğini bastırır. Örneğin Courtyard by Marriot veya Obsession by Calvin Klein.

Linked Name: Bu ilişkide onaylayan marka diğerine adını vermiştir ama bunu sorun yapmamakta, tam tersine onu yetiştirdiği ve adını taşıdığı için gurur duymaktadır. Adını verdiği yeni aile üyesi kendi ayakları üzerinde duran bir markadır artık. Nestea, Nescafe.

Token Endorsement: Esas marka veya kurum varlığını hissettirmekte ancak bunu edepli bir şekilde yapmaktadır. Lotus-IBM, Universal Pictures-Sony gibi.

Markalar Evi (House of Brands)

Shadow Endorser: Onaylayan marka veya kurum bir çok markaya sahip olduğundan ve esas olarak kendi kişiliğine güvendiğinden kompleks yapmamakta, bünyesindeki markaların işine fazla karışmamaktadır. Lexus-Toyota, Migros-Koç.

Not Connected: Markanın kime ait olduğundan hiç bahsedilmez, kimse de sormaz. Markanın bir abiye, dayıya ihtiyacı yoktur. Kendi ayakları üzerinde duran yetişkin biridir o. Pantene-P&G, Hacı Şakir-Colgate.

Markalı Ev (Branded House)

Same Identity: Bu evde kimse öyle kafasına göre yeni adetler getiremez, farklı isimler alamaz. Bütün arabalar BMW’dir ve numaralarıyla ayrılırlar. “Sen bir hiçsin, genelevdeki 106 numaradan farkın yok!”

Different Identity: Aynı soyadını taşıyan ancak birbirinden farklı türde işler çeviren insanlardan oluşan kötü bir evdir burası. Abisi din adamı, kız kardeşi akşamları file çorabını giyip otoyola çıkıyor. Örneğin Club Med, Singles vs Couples.

Sağolsun David Aaker bir çok ilişkiyi net bir şekilde açıklamış. Ancak üstadın doğal olarak bilmediği Türk tipi markalar veya marka ilişkileri de var ki onların adını da biz koyalım:

“Durun, siz aslında kardeşsiniz!” markalar: Turkcell-Hazır Kart, Arçelik-Beko

Misafir edildiği evde tacize uğrayan markalar: ToyotaSA, CarrefourSA, Popstar/Türkstar

Markalar Mahallesi: “Markalı ev” olarak başlamış ancak zamanla Sultanbeyli gibi büyümüş olanlar; Ülker dışında bir örnek vermeye gerek yok.

Geldiği memleketi aşırı benimseyip köklerini reddedenler: Doritos A la turca, McDonald’s McTurco, Çarkıfelek.

Hafızasını yitirmiş markalar: İETT (İstanbul Elektrik Tramvay Troleybus), Yapı Kredi, DSP (Demokratik? Sol?? Parti???)

İyi aile terbiyesi görmediği için zamanla sokağa düşen markalar: İskender, Isıcam, Pimapen.

Kendini marka zannedenler: Rize, Turist, Filiz çayları, Samsun-Maltepe.
Adile Naşit-Münir Özkul filmlerindeki aile tadında “her telden” marka evleri; Hürriyet, Kelebek, Milliyet, Radikal, Posta, Fanatik, Gözcü, D&R, Yay-Sat, Finansal Forum, Daily News...

Troyka markalar: Haşmet-Hıncal-Kenan, Mazhar-Fuat-Özkan, Üç büyükler (FB-GS-BJK), Rakı-kavun-peynir, Yol-su-elektrik (Vedat Özdemiroğlu’na teşekkürler!)


Güven Borça
Marka Danışmanı

Şubat 26, 2007

3 vakte kadar(!)


İstanbul Avrupa Kültür Başkenti 2010 Girişim Grubu bizden, İstanbul’un kültür kentleri arasında en yüksek kültür mirasına sahip ve AKB’ler arasında en önemlisi olduğunu vurgulayacak bir ilan çalışması istiyordu.

Vaadimiz de şuydu: ‘İstanbul, kurulduğu günden beri bir çok topluma dolayısıyla kültüre ve dine ev sahipliği yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Bu da onu dünyanın en önemli kültürel şehirlerinden biri yapıyor. Bu önemli şehri tüm dünya ve İstanbullular böyle algılamalı.’

Peki ya hedef kitlemiz: İstanbullu olan ve İstanbul ile ilgili herkes.

O halde tekrar düşünelim. Kahve falı ve lokum ile vurgulanan nedir? Sadece Türk kültürü ön plana çıkartılıyor. Bu çalışmayı Edirne, Bursa ya da Gaziantep şehrini tanıtmak için de kullanabilirsiniz. Hatta zorlarsanız köyler ve kasabalar da birer kültür başkenti olabilir(!)

Oysa İstanbul bu mudur?

Napolyon'un 'Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu' dediği büyülü kent İstanbul, yaratıcı olduğu düşünülen ama brieften uzak ve imla hatalarıyla dolu bu güzide ilanla mı tanıtılacak? Cevabını arayan o kadar çok sorum var ki!

Açıkçası birinci gelen bu çalışma bana doğrularımı tekrar hatırlattı. Brief nasıl yorumlanır, Türkçe nasıl kullanılır, hedef kitle nasıl özelleştirilir?..vb gibi gider bu liste.

Ayrıca 'pek çok' nasıl yazılır?
Ya 'yan yana'?
'Ev sahipliği' bitişik mi yazılıyordu yoksa?

Reklam yazarları Türkçe kelimelerin nasıl yazıldığını bilmiyorsa kullanmasında bir fayda yok! 'Made in Turkey' yazsınlar üzerine, olsun bitsin! Pratik ve hatasız bir yol size, 3 vakte kadar hatta!

Evet, sizi dinliyorum...

79. Oscar Ödülleri


79. Oscar Ödülleri sahiplerini buldu

Yönetmen Martin Scorsese, 40 yılı aşkın sanat yaşamında 5. adaylığında ilk Oscar ödülünü kazanırken, kendisine Oscar getiren 'The Departed' filmi de, bu yılın en çok ödül kazanan filmi oldu ve geceden 4 ödülle ayrıldı. 7 dalda aday gösterilen 'Babel' sadece 1 ödül alabildi.

The Departed / Köstebek 4 dalda,
El Laberinto del Fauno / Pan’ın Labirenti 3 dalda,
Little Miss Sunshine 2 dalda,
Dreamgirls / Rüya Kızlar 2 dalda,
Babel / Babil 1 dalda,
Oscar ödülü kazandı.

79. Oscar Ödülleri

En iyi sanat yönetmenliği: Eugenio Caballero ve Pilar Revuelta (Pan’s Labyrinth)
En iyi makyaj: David Marti, Montse Ribe (Pan’s Labyrinth)
En iyi kısa animasyon: Danish Poet
En iyi kısa metraj: West Bank Story
En iyi ses kurgusu: Alan Robert Murray, Bub Asman (Letters From Iwo Jima)
En iyi ses miksajı: Michael Minkler, Bob Beemer ve Willie Burton (Dreamgirls)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Alan Arkin (Little Miss Sunshine)
En iyi animasyon: Happy Feet
Sinemaya uyarlanan en iyi senaryo: William Monahan (The Departed)
En iyi kostüm: Milena Canonero (Marie Antoinette)
En iyi görüntü yönetmeni: Guillermo Navarro (Pan’s Labyrinth)
En iyi görsel efekt: John Knoll, Hal Hickel, Charles Gibson ve Allen Hall (Pirates Of The Caribbean: Dead Man’s Chest)
En iyi yabancı film: The Lives Of Others (Almanya)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Jennifer Hudson (Dreamgirls)
En iyi kısa metraj belgesel: The Blood Of Yingzhou District
En iyi belgesel: An Inconvenient Truth
En iyi film müziği: Gustavo Santaolalla (Babil)
En iyi özgün senaryo: Michael Arndt (Little Miss Sunshine)
En iyi orijinal şarkı: I Need to Wake Up - Melissa Etheridge (An Inconvenient Truth)
En iyi kurgu: United 93 (Clare Douglas, Christopher Rouse ve Richard Pearson)
En iyi kadın oyuncu: Helen Mirren (The Queen)
En iyi erkek oyuncu: Forest Whitaker (The Last King Of Scotland)
En iyi yönetmen: Martin Scorsese (The Departed)
En iyi film: The Departed

Sanal Dizi


Bu blogun şimdilik on üyesi var. Sanal dizinin senaryosunu sırası gelen yazıyor. Kahramanlar yazarların hayallerinde şekilleniyor, olaylar esrarengiz bir şekilde gelişiyor. Yazısını yazan topu bir sonrakine atıyor. Yazmak kadar okumak da heyecanlı olacağa benziyor. Yazması bizden, takip etmesi sizden! Ayrıca yorumlarla katkıda bulunabilirsiniz. Hadi bakalım sanal diziye...

günün (s)özü 54

Sabahleyin kaybedeceğin bir saatin bütün gün zararını çekersin.

William Whately

GSU05

Reklamın Türkiye'de Gelişimi

Nedir reklam? Reklam bir ürünü bir düşünceyi ya da bir hizmeti bedel karşılığında tüketicinin beğenisine sunmak, merak uyandırmak ve satışı desteklemektir. Markaların ve medyanın bu denli geliştiği bir çağda reklam demek her şey demek, reklam sizin bilinirliğiniz, kaliteniz, satış kârınız demek.

Dünyadaki ilk televizyon reklamı, Bulvano markalı bir saate ait. 1 Temmuz 1941’de WNBT Televizyonu’nda yayınlanan reklam 20 saniye ekranda kaldı ve karşılığında 20 dolar ücret alındı.

Reklamı Türkiye’de, Türkiye’nin gelişim sürecinde incelersek, ekonomideki gelişimi de gözlemleyebiliriz. 1550 yılına kadar Osmanlı Devleti, ekonomik olarak kendi kendine yeter durumdaydı. Daha sonraları, 1838 Gümrük Anlaşması ile Batı’nın üretimi Osmanlı topraklarına hızla girdi. Batılı tüccarlar zaten Avrupa’da var olan reklamcılığı Osmanlı topraklarında uygulamaya başladılar. İlk reklamımız Venedik’te bir eczacının el ilanıydı. Zaten meşrutiyete kadar olan zaman içerisindeki reklamlar, genelde bu tarz doktor ve ilaç reklamları oldu.

Meşrutiyetle beraber yayındaki gelişmeler reklamcılığı hızlandırdı. 1909 yılında ilk reklam ajansımız kuruldu: “İlancılık Kolektif Şirketi”. Bu dönemde daha çok yerli mal reklamı yapıldı. Resim eklenerek okuyucunun reklama olan ilgisi arttırıldı. 1. Dünya Savaşı nedeniyle duraklamaya giren reklamcılık, Cumhuriyet’le tekrar atağa geçti fakat Harf Devrimi ile kısa süreli bir duraklamaya girdi. Ama bununla birlikte Harf Devrimi, gazete satışlarını önemli ölçüde arttırdı. Bu gelişme de yeni ajansların kurulmasına vesile oldu ki bunlardan bazıları; Mecra Ajans, Faal Reklam Ajansı ve Manajans’tı.

Çok partili yaşama geçiş ile devlet tekeli biraz olsun azaldı ve özel sektör oluşmaya başladı, bu da rekabet kavramını hayatımıza daha belirgin bir şekilde soktu. Rekabet ise reklamı kaçınılmaz kıldığından Türkiye reklam sektörüne gerçek anlamda ısınmaya 1930’lardan sonra başladı.

1927 de ilk radyo istasyonu kuruldu, 1938’de radyolar Münakalat Vekaleti’ne (Ulaştırma Bakanlığı) bırakıldı ve Ankara Radyosu kuruldu. Devlet tekelindeki radyoda reklam yayınlanması yasaktı. 1949 yılında kurulan İstanbul Radyosu ile radyoya reklam vermek isteyenlerin talepleri arttı, bunun üzerine 1951’deki kararname ile radyolar reklam yayınlama özgürlüğüne kavuştu. Genelde reklam saati kiralayanlar, bankalar ve resmi kuruluşlardı. Bu alandaki gelişmeler üzerine 1956’da Televizyon Reklam kuruldu ve radyo reklamcılığına başlandı. Daha sonra Sedef Reklam, Altın Reklam vs... kuruldu.

Reklamın yükselen önemi karşısında siyasal maksatlı kurulmuş olan gazetelerimiz, reklam alabilmek için gazetelerini daha renkli, okuyucuyu cezbedecek hale getirdiler. 1961 yılında gazete reklamlarındaki tekel ortadan kalktı. Bu gelişmeyle reklamcılık tekrar hareketlendi ve reklam harcamaları artmaya başladı.

TRT’li yeni dönem

31 mart 1968’de deneme yayınına başlayan ve 3 mart 1972’de ilk reklamını alan TRT, Türkiye’de reklamcılığın dönüm noktalarından birisi oldu. 1980’de tüketim teşviki ve serbest piyasa ekonomisi uygulaması ile uluslararası reklamcılık başladı ve reklam harcamaları 1981 yılında 20 bin YTL iken 1986 yılında 150 bin YTL’ye çıktı.

1990 yılında özel televizyonlar da sektöre dahil oldu. Reklam verenler için arz arttı ve fiyatlar düştü. Bunun bir neticesi olarak, daha fazla ürünün reklamı yapılmaya başlandı. Bu sayede reklam ajanslarının ciroları arttı. Örneğin Bozell/Poyraz Ajans’ın cirosu 1992 – 93 yılları arasında % 454 oranında arttı!

Günümüzde ise, internet reklamları sektörden pay kapmaya çalışıyor. İlerde internet, ucuzluğu ve ulaşım ağının genişliği sayesinde reklam verenlerin son sürat ilgileneceği bir mecra olacak.


Yazan: Zeynep Kesik

Kaynaklar:
Osmanlı Basınında Reklam / Dr. Hamza Çelik,
www.reklam.ilef.net,
www.40ikindi.com

Şubat 25, 2007

Tour Eiffel

günün (s)özü 53

Her münakaşanın temelinde birisinin cahilliği yatar.

Louis D. Brandeis

İnsan Olmak

İnsanın kendi sorumluluğunun doğrultusunda gösterdiği çaba yaşamın özüdür. İçinde bulundukları anı yaşamayan ve yaşama etkin bir biçimde katılamayan insanlarda ölüm korkuları oldukça yaygındır. Sevgi, beraberliğe yaşam katabilmeyi ve canlılığını artırabilmeyi içerir. Dünyada iki tür insan vardır: Yaşayanlar ve yaşayanları seyredip eleştirenler. Seyretmek ölümü, katılmak ise yaşamı simgeler!

Yaşamak, kendisi olabilmeyi ve yaşama etkin bir biçimde katılabilmeyi tanımlar. Bu, insanın kendi sorumluluğunu, bir başka deyişle yaşamına anlam katma sorumluluğunu içerir. Sorumluluğunu üstlenen kişi özgürdür. Özgür insan daha az korkar, onun için sevebilir!

Diğer insanların gerçeklerini anlamaya çalışacağımız yerde onları dünyada yalnızca kendi gerçeklerimiz varmışcasına yargılamak etkin olabilmemizi engeller ve yalnızlığa yol açar. Kendi benliğine yabancılaşmış bir insanın değerleri ve inançları tehlikeye karşı savunma niteliğinde olduğundan davranışları da katı, inatçı ve esneklikten yoksundur. Bu, kendi gerçeklerini algılayabilen bir insanın esnek bir biçimde sürdürdüğü kararlılıktan farklıdır.

İçinde yaşadığımız dünyanın zor bir alan olduğundan yakınarak zamanı tüketmek yerine, onu ve gerçeklerini olduğu gibi kabul etmek zorundayız.

İçimizden gelen ses, eğer onu dinlemeyi başarabiliyorsak, bize hangi doğrultuda davranmamız gerektiğini söyler.

Gerçek anlamda sevgi, diğer insanları da kendimiz kadar sevebilmeyi içerir, kendimizden çok yada kendi yerimize değil. Bir başka deyişle sevgi, diğer insanların seçimlerini kendi seçimlerimiz gibi sevebildiğimizde gerçekleşir.

Yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır. Yaşamak ve sevmek birbirinden ayrı olgular değil, bir bütündür. Kendimizi yaşayabildiğimiz ve beraberliklerimize bir şeyler katabildiğimiz her yerde sevgi vardır.

Bugün insanların birbirinin karşıtı olan iki ayrı eğilimi doğuştan getirdiğine inanıyorum. Bir yanda dostluğu, sevgiyi ve yardımlaşmayı içeren bir eğilim, diğer yanda bencilliğe ve bozup yıkmaya yatkın bir eğilim. Her insanda bu eğilimlerin ikisi de var; ama hangi eğilimin egemen olacağını bireyin doğduğu andan bu yana geçirebildiği yaşantılar belirliyor.

Destek ve dayanışma ortamında yetişen bir insanda olumlu ve yapıcı duygular, kendini gerçekleştirme yollarını engelleyen bir ortamda büyüyen bir insandaysa bencil ve yıkıcı eğilimler etkinlik kazanır. Çevresinde her şey yolunda gittiği halde kendi yaşamını yine kendisi bozan insanların sayısı o denli çok ki!

İnsan doğası yalnızca belirli bir zaman kesiti içinde nasıl değerlendirilemezse, toplumlar da geçmişlerini özümseyemedikleri sürece kendilerini gereğince anlayamazlar. Bir duyguyu "nasıl" yaşamakta olduğumuzu fark edebilmek, onun geçmişe dönük nedenlerini açıklayabilmiş olmaktan çok daha büyük önem taşır!

İnsanları sevebilmek, onlarla başedebilecek yöntemleri geliştirebilmeyi gerektirir.

İnsan kızgın olduğu için diğer insanlardan korkar, insanlardan korktuğu için de onlara kızar.

İnsan kendine değer verebildiği oranda başkalarına da değer verir; diğer insanlara gerçek anlamda değer verdiğini hissettikçe kendisini de değerli bulur.

İnsanın kendi sorumluluğunu üstlenmesi, bir başka insanın sorumluluğunu üstlenmesinden çok daha güçtür. Bir insanın kendisine karşı sorumluluklarıyla başkalarına karşı sorumlulukları iç içe geçmiş tek bir olgudur, birbirinden soyutlanamaz.

Kendini gerçekleştirme, kendini yaşamayı göze alabilecek yürekliliği gösterebilmeyi ve kısır döngülerden özgürleşebilmeyi tanımlar.


* Bu sözler Engin Geçtan 'ın "İnsan Olmak" adlı kitabından (Adam Yayınları, İstanbul, 1984, 1.Baskı) alınmıştır.

GSU04

Şubat 23, 2007

eNSTaNTaNeLeR 3

* Sevgili Yumakları

* Evrimdışı görünüyor

* Gece-Gündüz Tarifesi

* Aşk-ı Memnuniyet

* Pamuk Prens

* Kahve(ba)hane

* Dünyalı İnsan

* Uzaydan Temiz

günün (s)özü 52

Erkek karısını bir buketle şaşırtabilir. Bir kutu çikolatayla mutlu eder. Bir altın kolye ile de şüpheye düşürür.

Sam Ewing

Benim de bir fikrim var!


Kocaeli Üniversitesi ve Kocaeli Sanayi Odası işbirliğiyle düzenlenen 'Benimde Bir Fikrim Var?(!) ilanına birlikte göz atalım.

Bağlaç olan de bitişik yazılmış. Kelimelerin baş harflerini büyük yazma gafletine düşmüş olmalılar. Buna en çok dikkat etmesi gereken kurumlardan biri olan reklamcılık sektöründe reklam yazarlarının bu konuda alt yapılarının sağlam olması gerekiyor. Bu da ancak iyi bir dilbilgisiyle sağlanabilir. Peki cümlenin sonunda, gülen soru işaretinin anlamı nedir? Anlayan varsa bana da anlatsın!

Halbuki 'Benim de bir fikrim var!' olsa, olsa, olsa...

Da, de bağlacı nasıl yazılır?

Da, de bağlacı ayrı mı bitişik mi yazılır?

Da, de bağlacı ayrı yazılır; ancak, kendisinden önceki kelimenin son ünlüsüne bağlı olarak büyük ünlü uyumuna uyar ve da, de biçimini alır: Kızı da geldi gelini de. Orhan da biliyor. Oğluna da bildirdi. Sen de mi kardeşim? Güç de olsa. Konuşur da konuşur.

* Ayrı yazılan da, de hiçbir zaman ta, te şeklinde yazılmaz.

* Ya sözüyle birlikte kullanılan da mutlaka ayrı yazılır (ya da).

* Da, de bağlacını kendisinden önceki kelimeden kesme ile ayırmak yanlıştır. Bu bağlacı tamamen ayrı yazmak gerekir: Ayşe de geldi (Ayşe'de geldi değil).

* Bulunma hâli eki olan -da, -de, -ta, -te'nin da, de bağlacı ile hiçbir ilgisi yoktur; bulunma hâli eki getirildiği kelimeye bitişik yazılır: devede kulak, evde kalmak, yolda kalmak, ayakta durmak, çantada kek¬lik. Yurtta sulh, cihanda sulh. Dilde, fikirde, işte birlik.


Kaynak: Türk Dil Kurumu

Şubat 22, 2007

Beşiktaş-Üsküdar

günün (s)özü 51

Akıllı konuşur, çünkü onun söylemek istedikleri var; aptal konuşur, zira kendinin bir şeyler söylemek mecburiyetinde olduğunu sanır.

Plato

Arif Dino Şiirleri

2+2=4

Biri yer
Biri bakar
Kıyamet ondan kopar
Bakan bir değil
Kıyamet
Kıyamet ondan kopar


Berhayatız

Canavar düdüğü gibi
Naramızı atıyoruz.
Akbaba çınaraltında leş yesin
Hamdolsun hayatdayız!


Boğaziçi

Geceler
Gemiyle dönmez
Hey!!!
Telli pullu gelinler.


Bir Varmış

Yok´u
Yok eden
Var oldu : akıl
Renkten,sesten,rahiyadan
Mest oldu akıl,
Kendini inkar etti.
His,sevgi,aşk yolunda
Yok´a döndü akıl,
Yok´a vardı.
Yok´un yok´u var:
Varlık.
Var´a vardı akıl,
Yok´dan bir kadın,
Var´dan bir erkek.
Çok çocukları oldu,
Rivayete göre
Bahtiyar yaşadılar.


Ölüm Şiiri

Yaşamın gürültüleri suskunluklarını bulandırdı
Buna gülüyorsun simdi çünkü boş kafanda
Yer alan yanlızca tutsaklık

Mantık-Lirizm=Mantıksızlık

İşte Arif Dino'nun ağzından şiirlerinin bir izahı.


- Bu şiirlerde size zevk veren nedir?

- Çok kuvvetli bir lirizm. Bunu size ancak bir misalle anlatabilirim. Bir tramvay tasavvur edin. Süratle giderken vatman ani bir surette tramvayı durdurdu. Ayakta olanlar birbirlerinin üstüne süratle düştüler. Ben oturmuş olduğum için bu vakanın seyircisiyim ve gayri ihtiyari gülüyorum. Yere düşüp kalkanlardan biri yüzüme bakıp pek haklı olarak: "Ne gülüyorsun efendi? Az kaldı kolum kırılacaktı!" diyor. O zaman işe şuurum müdahale ederek cevap veriyorum: "Ayakta duranları devrilen iskambil kağıtlarına benzettim de gayri ihtiyari güldüm."

İşte şiir de böyledir. Hislerimiz gayri şuuri olarak doğar, aklın müdahalesi ve mantık onu sonradan izah eder. Lirizm ise hissin ifadesidir. Mantığın müdahalesi hislerimizin, yani lirizmin sükutu demektir. Tramvaydaki hadiseye nasıl gülmüşsem şiiri de öyle beğeniyorum. Bence mantıktan lirizmi çıkardınız mı mantıksızlık kalır.

Yani: Mantık - Lirizm = Mantıksızlık.

Bana öyle geliyor ki gerçeğin ihraç edilmesi, sanatı kendi sahasına daha fazla yakınlaştırmıştır. Sanatta mantığın ihracı son asırda türlü türlü ifade edilmiştir. Mesela Franz Kafka, Rimbaud'nun tamamen aksi bir yol takip eder. Fevkalade bir mantıkla manasız neticelere varır. Yaptığı lirizm onda da çok kuvvetlidir. Misalleri çoğaltabilirim. Fakat itiyadımı kaybetmemek için bunu da kısa kesiyorum.

- Sizin şiirlerinizde mana var mıdır? Sualime cevap vermediniz. Mesela sizin son çıkan:

Taştan mantar tarlası;
Çok yaşasın ölüler!

diye iki satırdan ibaret ne demek istediğiniz anlaşılamamış.

- Şiirlerimde mana vardır. Fakat ihtimal anlamak biraz güç. Size bu şiirin manasını söyleyeyim: Mezarlıktaki o sıra sıra mezarlar bana mantar tarlası hissini veriyor ve ölülerin ebediyet arzusu gibi görünüyor. Şiirim bu hissin ifadesidir ve anlayanlar için değil,anlamayanlar için lirizmi yüksek olabilir.


Arif Dino ile Röportaj

Şevket Rado, Akşam Gazetesi, 19.9.1940

Karartma

Kapılar tutulmuş neylersin
Neylersin içerde kalmışız
Yollar kesilmiş
Şehir yenilmiş neylersin
Açlıktır başlamış
Elde silah kalmamış neylersin
Neylersin karanlık bastırmış
Sevişmezsin de neylersin.

Paul Eluard


Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

Lavinia

Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal

Sana gitme demeyeceğim
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim
İncinirsin

Sana gitme demeyeceğim
Ama gitme Lavinia
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia


Özdemir Asaf

Aşka dair tavsiyeler

Usta oyuncu Müşfik Kenter 'den aşk üzerine küçük öğütler...


Yalnız Olanlara
Aşk bir kelebek gibidir, peşinden koştukça hep senden kaçar. En iyisi bırak uçsun, inan ki hiç beklemediğin bir anda gelip omzuna dokunuverir... Aşk mutlu eder, bazen de üzer ama aşk özeldir, aşkını hak eden birine sunarsan eğer...

Sevgilisi Olanlara
Aşkın amacı birileri için "mükemmel insan" olmak değildir, seni mükemmelliğe en çok yaklaştıracak insanı bulmaktır..

Çapkınlara
Sevmediğin birine asla "seni seviyorum" deme. İçinde olmayan duygulardan varmış gibi söz etme. Kimsenin hayatına kalbini kırmak için girme. Sevgi dolu bakan gözlere asla yalan söyleme, çünkü birine verebileceğin en büyük acı, aşık olmadığın birini kendine aşık etmektir...

Evli Olanlara
Seven insan "senin hatan" yerine "özür dilerim" diyendir, "neredesin" yerine "ben buradayım" diyendir, "nasıl yaparsın" yerine "niye yaptığını anlıyorum" diyendir ve aşk "keşke" yerine daima "iyi ki" diyendir...

Kalbi Kırık Olanlara
Kalp yarası siz kanatmaktan vazgeçinceye kadar sürer ve ilacı bu acıya alışmak değil, ondan ders çıkarabilmektir.

Aşık Olmaktan Korkanlara
Aşka düş ama tökezleme, anla ama bekleme, paylaş ama isteme, yaralan ama asla acıyı içinde büyütme...

Sevdiğini Fazla Sahiplenenlere
Sevdiğinin bir başkasıyla mutlu olduğunu görmekten daha acı bir şey varsa, o da sevdiğinin seninle mutsuz olduğunu görmektir..

Aşkini İtiraf Etmeye Çekinenlere
Sevdiğinden ayrılınca aşk acı verir, sevdiğin seni terk edince daha da çok acı verir ama en acısı, onu ne kadar sevdiğini bilmesine hiç fırsat vermemektir...

Dönmeyecek Birini Hâlâ Bekleyenlere
Hayatı en hüzünlü anı deli gibi sevdiğn insanın buna hiç değmediğini gördüğün andır ve en büyük kaybın onun için harcadığın yıllardır... Senin aşkını şu gün hak etmeyen, bil ki 10 sene sonra yine hak etmeyecektir. Bırak, gitsin....


Müşfik Kenter

Şubat 21, 2007

günün (s)özü 50

Taş da yumurtanın üstüne düşse, yumurta da taşın üstüne düşse, olan yine yumurtaya olur.

Rum Atasözü

GSU03

Yazım Türkçeleştirme Programı

Pek çok kişi çeşitli sebeplerle, Türkçe yazı yazarken Türkçe karakterleri kullanmaktan kaçınıyor. Gökhan Tür tarafından 2000 yılı Ocak ayında yazılan bu program, Türkçe karakterler kullanılmadan yazılmış bir metni, Latin-5 formatında normal bir Türkçe yazıya dönüştürüyor. Program, beşer harflik öbeklerin istatistik yöntemleriyle analiz edilmesi esasına dayanıyor. 100.000 civarında kelimeden oluşan büyük metinler üzerinde yapılan çalışmalar, kelimelerin neredeyse üçte birinin bu şekilde düzeltilmesi gerektiğini ortaya çıkarıyor. Bu program, bazı örneklerde bir hayli belirsizlik yaratabilen bu gibi durumlarda %99 başarı sağlıyor.

Türkçe Karakter Temizleme Programı

Hepimiz sürekli olarak, Türkçe karakterlerin yüklü olmadığı bilgisayarlara Türkçe yazı göndermek zorunda kalıyoruz. Özlem Çetinoğlu'nun Kasım 2003'te hazırladığı bu sayfa, bu sorunu çözüyor. Bu program, örneğin "görüşmek üzere" ifadesini "gorusmek uzere" haline getiriyor. Böylece Türkçe metni otomatik olarak Türkçe harflerden arındırarak dünyanın herhangi bir yerine gönderebiliyorsunuz.

Bir Haber Bir Yorum

Haber

Vodafone Global Strateji Direktörü Harper,Turkcell’in çok büyük bir şirket olduğunu ve çok iyi gittiklerini söyledi. Alan Harper, Türkiye’de sektör oyuncularının çok güçlü olduğunu söyledi. CNBC-e’ye konuşan Harper, Turkcell’den övgüyle bahsetti ve “Çok büyük bir şirket, çok iyi gidiyorlar” dedi.

Turkcell’le ve Turkcell’in pazar payıyla rekabet etmekten çok memnun olduklarını söyleyen Harper, pazar kapmaya başlamadan önce Vodafone’un ilk adımının, yatırımların tamamlanması olacağını belirtti. Harper, “Yeni bir ağ yapısı oluşturmaya çalışıyoruz. Bizim yapmayı istediğimiz, şebekenin kalitesini artırmak. En önemli konu bu. Ardından servislerin fonksiyonelliğini ve yelpazesini artıracağız ve sonra Turkcell’den pazar payı almaya başlayacağız. Bu biraz zaman alacak. En geç iki yıl alır” dedi.

Vodafone Global Strateji Direktörü, geçmişte Telsim’in altyapısına çok az yatırım yapıldığına da işaret etti.

Kaynak: ntvmsnbc.com


Yorum

Vodafone Global Strateji Direktörü Alan Harper, Türk pazarındaki rakiplerinin güçlü olduğunu, özellikle Turkcell’in Pazar payını aşağı çekmeye çalıştıklarını, bunun için de yatırımlarının tamamlanmasını beklediklerini söylüyor. En geç iki yıl alacağını da sözlerin eklemiş.

Peki bu iki yıl içerisinde Turkcell eli kolu bağlı oturacak mı?

Turkcell Genel Müdürü açıklamalarında 3G teknolojisine yatırım yapacaklarını ve müşterilerine daha yakın duracaklarını belirtmişti. Yeni nesil teknolojiye (hızlı veri aktarımı, görüntülü telefon gibi yenilikler) ne zaman geçilir bilmiyorum fakat Turkcell yeni kampanyalarıyla şirketleri, çalışanlarını ve öğrencileri sarmış durumda. Yurt dışı kampanyalarını ve internet teknolojisini de ihmal etmiyor.

Harper; yeni bir ağ yapısı oluşturmaya çalıştıklarını, şebekenin kalitesini artıracaklarını söylüyor. Vodafone şirketi, kapsama alanı reklamlarında ise ‘Size en geniş kapsama alanını biz sunacağız, yani Telsim Vodafone. Değişim başladı.’ sözleriyle mesajını aktarıyor. En geniş kapsama alanı sözleriyle ne anlatılmak isteniyor. % 100 kapsama alanına 2 yılda ulaşabilirler mi? Diyelim ki Vodafone her yerde çekiyor, Turkcell’den ne farkı olacak? Yeni bir ağ yapısını, Telsim’in kurduğu ağı genişletmek ve Türkiye’nin dört bir yanına yaymak olarak kabul edelim; bu tüketicinin aklını çelmeye yetecek mi? Direktörün açıklamaları ile Vodafone’un iletişim startejisi arasında biraz çelişki görüyorum.

Son günlerde GSM operatörleri arasında tabir-i yerindeyse dar alanda kısa paslaşmalar yaşanıyor. Turkcell Genel Müdürü, ‘Rakiplerimiz bizden daha iyi reklam yapıyorlar’ diyerek diğer iki operatöre taş atıyor. Avea Genel Müdürü’nden '3G konusunda Vodafone ya da Turkcell ile alt yapı yatırımlarına ortak hareket edebiliriz' açıklaması geliyor. Derken Vodafone’un Strateji Direktörü Turkcell’e övgüler yağdırıyor. Bu gelişmeler bir ay gibi kısa sürede gerçekleşiyor.

Turkcell mesafeli dururken rakiplerinin bu tarz yaklaşımları acaba Turkcell’in işine mi geliyor? Yöneticiler bu şekilde yaklaşımlarıyla kamuoyunda(özellikle iş dünyasında) çıkan herhangi bir röportajın ya da ince elenip sık dokunan bir açıklamanın duyurulmasıyla ağızdan ağıza pazarlamadan mı medet umuyorlar? Bunun gibi birçok soru kafamda yer ederken Avea bu rekabette kendisini nerede görüyor, işte asıl bunu merak ediyorum.

Şubat 19, 2007

günün (s)özü 49

Savaşın iyisi, barışın kötüsü yoktur.

Benjamin Franklin

GSU02

Muhittin Abi - V


- Patlıcan mı daha uzundur abi,
yoksa muz mu?

- Domates daha yuvarlaktır Naaaci!

* * * *

- Muhittin abicim! Piyango bileti aldım,
şimdi de kuş sıçsın diye ağacın altında
bekliyorum bir saattir. Nasıl fikir ama..?

- Seninki ‘dervişin zikri neyse fikri de odur’
olmuş evlâdım. Hadi hayırlısı..!

İletişim Fakülteleri

Türkiye'deki üniversitelerin iletişim fakültelerinde neler var, sitelerine göz atmak isterseniz sıradan başlayın...

• Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://www.akdeniz.edu.tr/iletisim

• Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://www.ilt.anadolu.edu.tr

• Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://ilef.ankara.edu.tr

• Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://iletisim.atauni.edu.tr

• Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://www.iletisim.bahcesehir.edu.tr

• Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://bursa.baskent.edu.tr/akademik

• Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://www.bilgi.edu.tr/
http://www.bilgi.edu.tr/pages/faculties.asp?fid=1

• Bilkent U. Art Design & Architecture
www.art.bilkent.edu.tr

• Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://iletisim.ege.edu.tr

• Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi
http://iletisim.gsu.edu.tr

• Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.ilet.gazi.edu.tr

• İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.istanbul.edu.tr/iletisim

• Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.if.kou.edu.tr

• Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.iletisim.marmara.edu.tr/

• Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.mersin.edu.tr/akademik/iletisim

• MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV Bölümü
www.msu.edu.tr/AKADEMIK/stv.html

• Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.iletisim.selcuk.edu.tr

• Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi
www.yeditepe.edu.tr/7tepe/egitim/lisans/iletisim

Şubat 18, 2007

günün (s)özü 48

Her şeyin anahtarı sabırdır. Civcivi, yumurtaları kuluçkaya yatırarak elde edersiniz, kırarak değil.

Arnold Closow

Ruffles Adventure


Bu yıl 6. kez düzenlenecek “ADventure Reklamcılık Yarışması”nda Ruffles için en yaratıcı fikirler bir araya gelecek. “En’lerin Patates Cipsi Ruffles”ı en iyi anlatan reklam projelerinin büyük bir rekabet içinde olacağı yarışmayı, Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü organize ediyor. Bölüm ve sınıf ayrımı olmaksızın bütün üniversite öğrencilerine açık olan yarışmada dereceye giren öğrenciler, birbirinden çekici ödüller kazanacaklar. Ruffles’ın reklamcılık ve pazarlama sektörüne ilgi duyan üniversitelilere ve genç fikirlerin yetişmesine olanak sağlamak amacıyla sponsor olduğu “Ruffles ADventure Reklamcılık Yarışması” bu yıl mart ve nisan ayları içerisinde düzenlenecek.

Yarışmaya Nasıl Katılmalı?

“En’lerin Patates Cipsi Ruffles” ile benzersiz bir reklam macerası yaşamak isteyen üniversiteliler üçer kişilik takımlar oluşturarak 6 Nisan 2007 tarihine kadar www.adventure.org.tr adresine başvuru yapabilecekler.

Her zamankinden daha zorlu geçmesi beklenen “Ruffles ADventure Reklamcılık Yarışması”na bu yıl yeni bir kategorinin eklenmesi heyecanı daha da artıracak. Yarışmaya başvuracak adaylardan, geçmiş senelerden farklı olarak, oluşturdukları reklam kampanyası paralelinde PR stratejisi ve uygulama örneklerini de oluşturmaları beklenecek. Daha sonra genç reklamcılar, www.adventure.org.tr adresinden alacakları bilgiler doğrultusunda hazırlayacakları reklam kampanyalarını, BÜ İşletme ve Ekonomi Kulübü’ne iletecekler.

Üretilen projelerde; Ruffles ile gündelik hayatta macera dolu yaşayan, eğlenmeyi bilen ve seven kitleler arasında bir bağ oluşturulmasına dikkat edilmesi gerekiyor. “Ruffles ADventure Reklamcılık Yarışması”nın birincisi, Avrupa seyahati ve yarışma sponsorları tarafından sağlanan staj olanağının sahibi olacak.


Kaynak: Marketing Türkiye

Falling Away From Me


Korn'un bu parçasının benim için özel bir anlamı var. Geçen sene Grande Punto için katıldığımız ADventure Reklamcılık Yarışması'nın kampanyasında cıngılımız olarak Falling Away From Me isimli parçayı birçok çalışmanın içerisinden seçerek gönül rahatlığıyla göndermiştik. Yarışmada başarılı olamadık ama kendi adıma çok şey öğrenmiştim. Bu sene Ruffles için çalışacağız. Umarım başarı bizimle birlikte olur. Sevgiler...

Hey I'm feeling tired
My time is gone today
You flirt with suicide
Sometimes that's ok
Hear what others say
I'm here standing hollow
Falling away from me
Falling away from me
Day is here fading
That's when I would say
I flirt with suicide
Sometimes kill the pain
I can always say
'It's gonna be better tomorrow'
Falling away from me
Falling away from me

Beating me down
Beating me beating me
Down, down
Into the ground
Screaming so sound
Beating me, beating me
Down, down
Into the ground

(Falling away from me)
It's spinning round and round
(Falling away from me)
It's lost and can't be found
(Falling away from me)
It's spinning round and round
(Falling away from me)
So down

Beating me down
Beating me, beating me
Down, down
Into the ground
Screaming so sound
Beating me, beating me
Down, down
Into the ground

Pressing me, they won't go away
So I pray, go away

It's falling away from me

Beating me down
Beating me, beating me
Down, down
Into the ground
Screaming so sound
Beating me, beating me
Down, down
Into the ground

KORN

GSU01

Şubat 17, 2007

günün (s)özü 47

Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir. Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir.

Francis Bacon

Önyargı

Dr. Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken bir olay okuyor :

- Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor.
- Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor.
- Zaman, yer ya da kişi kavramı yok.
- Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor.
- Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarfediyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor.
- Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor.
- Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor.
- Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde.
- Yürümüyor.
- Uykusu sürekli düzensiz.
- Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.
- Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor.
- Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.

Bu olayı okuduktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle bir hastanın bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar. Öğrenciler bunu yapmayacaklarını söylerler. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar.

Daha sonra Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar.
Fotoğraftaki hasta doktorun altı aylık kızıdır.

Şubat 16, 2007

Fransızca Düzeltme Servisi

Fransızca'dan dert yananlar için çok yararlı ve ücretsiz bir servis. Yazdığınız en fazla 1200 karakterlik(yaklaşık 180-200 kelime ediyor) Fransızca paragrafları düzeltip e-posta ile size geri gönderiyorlar.

Bir arkadaşımın yorumu: 'Ben bir deneme yaptım. 2.5 saatten kısa sürede düzelttiler ve asıl güzel özelliği de düzeltmeler otomatik değil, ayrıca gramer ve lexique hatalarını yorum yaparak belirtiyorlar.(Örneğin "Bu kelime de kullanılabilir ancak şu kelimeyi kullanırsanız daha iyi olur" gibi) Yalnız her mail adresine günde bir kez hak tanıyorlar. Benim çok hoşuma gitti artık her gün bir şeyler yazıp adamlara göndereceğim, düzeltsinler. :)'

Varsa derdiniz, işte düzeltme servisiniz!

http://www.sdv.fr/orthonet/pages/correction.html

günün (s)özü 46

Devekuşuna yük taşı demişler ben kuşum demiş, uç demişler deve uçar mı demiş.

the art of quitting

Ayısın :)

Şubat 15, 2007

günün (s)özü 45

Gülemeyen güldüğünü sanır, gülemediğini anlayınca da güleni kıskanır.

Kızılderili Atasözü

Muhittin Abi - IV


- Muhittin Abi, gel seni ‘Superman’ yapalım,
alemin kralı olursun valla!

- İkiyüzlülükten hoşlanmam!

- ‘Batman’ olur musun abi..?

- Yarasadan korkarım ben!

- Bulduuum! ‘Packman’ ol en iyisi...

- Çok sanal!

- ‘Saman’ geldin, ‘saman’ gidecen abi..!

- Samiiii!!! İşin gücün yok mu oğlum senin?

- Yok abi..!

- İyi git hadi...

Hoax nedir?

Hoax, birisinin milleti korkutmak ya da eğlenmek amacıyla yazdığı uydurma bir hikayedir. Bunların birçoğu İngilizce olarak doğarlar, "akıllının biri" oturur tercüme eder, ve Türkiye'ye yayar. Bu gibi e-mailler herkesin hem vaktini alır, hem de lüzumsuz yere sistem kaynaklarını israf ederler. Hatta tehlikeli bile olabilirler.(KFC hakkındaki uydurma hikaye yüzünden insanlar KFC'nin önünde gösteri yapmışlar.)

Peki hoax nedir?

• Hoax(sahte) mesajları anlamanın birkaç yolu,

• "İstanbul'da falanca nın başına gelmiş" türünden kontrolü yapılamayacak isimler,

• "Sahte otoritenin sesi: "CNN de yayınlandı" ya da " Microsoft uyarıyor" türünden normalde virüs uyarısı yapmayan şirketlerin sözlerini içermesi,

• Gerçek virus/worm uyarıları için: www.symantec.com ya da www.mcafee.com 'a bakabilirsiniz,

• "Tanıdığınız herkese gönderin!" lafı.

Virüslerden korunmanın yegâne yolu, falanca mesajı açmamak değil, iyi bir antivirüs programı kurmak ve bu programın sürekli güncel kalması için kullanımlarını uygulamaktır.

Sık Rastlanan Bazı Asılsız Hikayeler

• 1000 kişiye gönderirseniz, Microsoft/Disney/IBM falanca size bedava bir tatil/uçak/yazılım/vs. gönderecek!(Halbuki email sayacak bir teknoloji dünyada yok.)
• "Uyandığımda buz dolu bir kuvetin içindeydim, ve böbreğim yerinde yoktu!" (Herhangi bir yerde olduğuna dair bir kanıt yok)
• Üzerine oturunca bir acı hissettim, iğnenin yanindaki kağıtta "AIDS'liler arasına hoş geldin!" yazıyordu. (Asılsız!)
• Yeni Türk Lirasının üzerinde "Republic of Turkey" yazacak! Bu pulların üzerindeki LSD, yalayanları LSD bağımlısı yapıyor!(Asılsız)
• Falanca kuruluşun dediğine göre, yalnız başınıza kalp krizi geçirirseniz, şunları yapın.(Falanca kuruluş tarafından bol miktarda yalanlandı. O dedikleri şey, sadece çok özel bir durum içinmiş, ve onun yerine yere uzanmak daha iyiymiş.)
Plastikler ısıtılınca/soğutulunca kanser yapıyor!(Asılsız)
• Başlığında "good times/vacation..vs" yazan hiçbir e-maili açmayın! (Asılsız)
• Bu mektubu 10 kişiye göndermezseniz suratınızda sivilceler çıkar/başınıza kötü şeyler gelir/köpeğiniz evden kaçar/vs!(Eskiden postayla gelirdi saadet zinciri mesajları. Şimdi modern teknolojiye geçtiler.)
• Falanca hastanede yatmakta olan kanser hastasi kız/kalp hastası oğlana kartpostal/e-mail/vs gönderin.(Son 10 senedir falan yatıyor herhalde hastanede!Aynı email dolaşıp duruyor.)
• Deodorantlar kanser yapar! (Kullanmamak ise çevredekileri...)
• Aspartame de kanser yapar! (Hayır ama sakarin, normal dozun 3000 misli verildiğinde farelerde kanser yapmış hakikaten. Ama o kadar sakarin içerseniz herhalde kanser yerine başka bir şeyden ölürsünüz!)
• Hatta, asağıdaki maddelerin hepsi kanser yapar (E001, E002, E003.. akliniza gelen her rakami ekleyebilirsiniz)
• Neiman-Marcus Kurabiyesi! (Neumann-Marcus sitesi yalanlıyor. Ama tarif lezzetli!)
• Kuran'da ikiz kuleler saldırısı yazılıydı! (Yorumsuz...)
• Haa, Helyum da kanser yapar! (Hayır ama gazı içinize çekerseniz, bir süre Donald Duck gibi konuşabilirsiniz. Deneyin matraktır!)
• Windows aletinizde virus var; hemen sulfnbk.exe dosyasini silin!(Onu silin, windows gümlesin. Aslında bir sistem dosyasının ismi bu.)
• Hastaneler birlesmis, ortak bir 444-0911 numarasi edinmisler. (Özel bir şirketin numarası bu halbuki)
• "Bu e-mail size şans getirmesi için gönderilmiştir."(Yuhhh!)
• KFC (Kentucky Fried Chicken) garip tavuklar üretiyormuş(Asılsız hikaye - resimleri gösterilen tavuklar doğal ve nadir bir tür - tüysüz!)
• MSN paralı olacakmış, bunu 18 kişiye yollayın, yeşil adam mavi olacak.(Yok canım daha neler!)

..vs..vs..

Uydurma hikayeleri arşivleyen site adresleri:

http://hoaxbusters.ciac.org
http://www.symantec.com/avcenter/hoax.html
http://www.hoaxbuster.com
http://vil.mcafee.com/hoax.asp

Şubat 14, 2007

Sevgilerde

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.


Behçet Necatigil

Sevgililer Günü Yarışması


25 Ocak - 15 Şubat tarihleri arasında cep telefonu, dijital fotoğraf makinesi veya dijital video kamera ile çekeceğiniz sevgi filmini yükleyerek, 106 ekran philips plazma tv kazanma şansını yakalayabilirsiniz. Sadece 1 gün kaldı. Bu haberi neden veriyorum? Çünkü bu kampanyayı sevgililer günü kapsamında yapılan en değerli çalışma olarak değerlendiriyorum. Teknosa bir şekilde bu kampanyanın geri dönüşünü alacaktır. Ağızdan ağıza yayılacak ve sevgiye verilen önem dedikodu olsa dahi paylaşılacaktır.

günün (s)özü 44

I don't agree with a word you say,
but ı will defend to the death your right to say it.

Voltaire

Online mecrada tek Türk markası


Yaratıcı pazarlama fikirlerini ve yeniliklerini yayınlayan aylık online mecra www.springwise.com, 2006’nın ilk 10’unu açıkladı.

Türkiye'den Evy Baby, annelerin ve bebeklerin ücretsiz kullanımı için alışveriş merkezlerine açtığı emzirme ve bakım odaları projesi ile uluslararası rakiplerini geçerek listeye giren tek Türk markası oldu!

Ayrıntılar şöyle:

Turkish diaper brand Evy Baby is reaching out to parents by placing changing rooms in shopping malls.

Evy Baby is showing parents of nappy-clad infants some well-deserved sympathy. The diaper manufacturer has installed changing rooms in 12 shopping centers, and is planning to open more in the near future. Each clean and cheerful baby room has a changing table and comfortable chairs for nursing. And, of course, samples of Evy Baby's products.

Letting customers sample your wares in a branded environment that offers them something they really need -- that's where tryvertising meets brand spaces. Whether it's free wifi in an airport, or a changing room in a busy shopping mall, everyone values a helping hand. Check out trendwatching.com's brand spaces and tryvertising briefings for more great examples. Meanwhile, P&G and Kimberly-Clark: what are you waiting for?


Spotted by: Özgür Alaz

Kırmızı Ödülleri


Bu yıl dördüncüsü düzenlenen “Kırmızı Basında En İyiler Reklam Ödülleri” veya kısa adıyla “Kırmızı Ödülleri” 13 Şubat akşamı sahiplerini buldu.

Kıpkırmızı Ödülü RPM Radar’ın Girişim Pazarlama için hazırladığı ilana verilirken, Hürriyet Özel Ödülü’ne Çetin Ziylan layık görüldü.

Basında En İyi Gazete İlanı ödülünü DDB&Co’nun CNN Türk ilanı aldı. En İyi Dergi Ödülü ise RPM Radar’ın Yapı Kredi ilanının oldu.

Jüri Özel Ödülü ise DDB&Co’nun Dank Design için hazırladığı ilana verildi.

Basın reklamlarında yaratıcılığı teşvik etmek, reklamverenlerin, reklam ajanslarının ve reklam sektörü çalışanlarının başarılarını belgeleyip ödüllendirmek amacıyla düzenlenen Kırmızı Ödülleri’ne bu yıl 905 başvuru yapıldı ve 1454 reklam yarıştı.

Kırmızı Ödülleri’nin bu yılki jürisinde şu kişiler görev aldı:

Jüri Başkanı Levent Erden, Euro RSCG
Jüri Üyeleri (Alfabetik)
Aykut Demiray, Türkiye İş Bankası A.Ş.
Dilek Başarır, Efes
İlkay Er, Altıncı Duyu
Kamer Altınova, Tayfa
Mete Soğuksu, Zenithoptimedia
Muharrem Yılmaz, Sütaş A.Ş.
Mustafa Nuri, Manajans JWT
Nesteren Davutoğlu, Lowe Tanıtım
Paul McMillen, RPM Radar
Utku Gürtunca, Y&R / Reklamevi

Kaynak: Marketing Türkiye

Şubat 13, 2007

günün (s)özü 43

Kendine katacağın değer bir bakıma; küçükken başından geçen deneyimlere, büyüdüğünde yüklediğin anlam kadardır.

Reklam Yazarları Konuşursa

* Eğer iyi para kazanan bir reklam yazarı olmak istiyorsan müşterini memnun et. Ödül kazanan bir reklam yazarı olmak istiyorsan kendini memnun et. Büyük bir reklam yazarı olmak istiyorsan okuyucunu memnun et.

Steve Hayden
Apple/1984 reklam filminin yazarı


* Reklam, iş dünyasının rock'n roll'üdür.

Tom Monahan
Reklam Yazarı


* Fabrika gezisi yapma isteğinize sakın fırsat vermeyin. Fabrika gezmek sizi müşteri gibi düşünmeye itecektir.

Mark Fenske
Reklam Yazarı


* Kibrit çöpleriyle değil de parayla oynadığınız zaman, poker hakkında daha çok şey öğrenebilirsiniz.

John Matthews
Reklam Yazarı


* Her şişman reklamın içinde, oradan çıkmaya çalışan daha zayıf ve daha iyi bir reklam vardır.

Tony Cox
Reklam Yazarı


* Bir stratejiye kendi stilinizi uygulamak hiç de adil değildir.

Ed McCabe
Reklam Yazarı

Creativity, Yaratıcılık

Learn French

Şubat 12, 2007

günün (s)özü 42

Aptallar, akıllılardan pek az şey öğrenirler; ama akıllılar aptallardan çok şey öğrenirler.

Cato

Hayat ve Seçim

Yağmur yüklü bir New York gecesinin sabahıydı. Yorgun ayakları onu, evinin üç sokak aşağısındaki Central Park'a götürdü. Geceye inat, güneşli bir sabahtı. Şehir henüz tam olarak uyanmamıştı. Kendini, ilk gördüğü bankin üzerine attı. O günlerde, içinde bulunduğu ağır düşüncelerden bir türlü kurtulamıyordu. Bu aralar sürekli geçmişi ile hesaplaşıyordu. Akıp giden 65 yılın hesabıydı bu. Hızla düşünceleri maziye kaydı, aklına gelen ilk şeydi; yaptığı seçimler.

Hatırladı; çocukken bir spor dalı seçmesi gerekiyordu. Ailesi seçimi ona bırakmıştı. Seçmek için bir karar vermesi gerekiyordu. Ya basketbol oynayacaktı, ya futbol, ya da iyi bir yüzücü olacaktı...

Olmadı, hepsini istedi, hiçbirinden vazgeçemedi. Yıllar geçtikten sonra gördü ki bu üç spor dalında da iyi ama, hiçbirinde profesyonel değil. Ne ünlü bir futbolcu olabildi ne basketbolcu ne de ödülleri olan bir yüzücü... Bu spor dallarından hepsinde de iyidi ama, kimse tanımıyordu onu.

Başarılı olmak için her şey değil, bir şey gerekiyormuş. Başarı, bir vazgeçişmiş; bir şeyi alabilmek için diğerlerinden vazgeçmesi gerekiyormuş. O hiçbirinden vazgeçememişti.

Üniversiteye girişte de bir seçim yapması gerekiyordu. İstediği birçok bölüm vardı. Sadece birini seçmeliydi. Okulu bitirdiğinde, hala kafasında seçmediği diğer bölümler vardı.

Evlilik sadece birisi için karar vermek ve diğerlerinden vazgeçmekti. İşte o, evlenirken bunu düşünmeden evlenmişti. Evlendikten sonra, başka kadınlar da oldu hayatında. İçlerinden bazılarını daha çok sevmişti; ama ne onlardan birinde, ne de karısında karar kılmıştı. Yıllar sonra, şimdi yapayalnızdı... Ne karısı yanındaydı, ne de diğerleri...

Keşke birini gerçekten seçebilseydi ama, yapamadı. Almak için bırakmak gerektiğini düşündü. Hayatı boyunca yapacak çok işi olmuştu ve hepsini yapmayı istemişti.

Balıkçı ile Harwardlı

Amerikalı bir zengin, iş seyahati sırasında Meksika'nın küçük bir kıyı kasabasına uğramış. Limanda gezerken, bakmış ağzına kadar balık dolu bir tekne ve içinde keyifli bir balıkçı...

"Merhaba balıkçı" diye seslenmiş. Bu balıkları kaç zamanda tuttun?"
"Bir iki saatimi aldı" demiş balıkçı.

İştahlanmış bizim işadamı; "E, niye biraz daha kalıp daha fazla tutmadın?" diye sormuş. "Bu kadarı bize yetiyor da ondan" diye omuz silkmiş balıkçı.

Şaşmış balıkçının bu kanaatkarlığına işadamı; "Kalan zamanını nasıl geçiriyorsun peki?" diye üstelemiş. Balıkçı, özetlemiş bir gününü: "Sabahları açılır, biraz balık tutarım. Sonra çocuklarımla oynarım. Öğleyin karımla biraz siesta yaparım. Akşamları
amigolarla beraber gitar çalıp şarap içer, geç vakte kadar eğleniriz. Oldukça meşgul sayılırım senyor".

Gerinmiş Amerikalı: "Bak" demiş. "Ben sana yardımcı olabilirim. Bu işe daha çok zaman ayırmalısın. Daha büyük bir tekne bulup daha çok balık tutmalısın. Oradan elde edeceğin gelirle daha büyük tekneler alırsın. Kısa sürede tuttuğun balıkları doğrudan işletme tesislerine satarsın. Hatta zamanla kendi balık fabrikanı bile kurabilirsin. Kısa zamanda balıkçılık sektöründe bir numara olursun".

Balıkçı merakla "Bunları yapmak kaç sene alır senyor?" demiş. "15-20 yılda halledersin" demiş Amerikalı, "Ama sonrası daha parlak: Zamanı gelince şirketini halka açarsın, hisselerini iyi paraya satarsın, kısa zamanda zengin olup milyonlar kazanırsın."

"Milyonlar ha!" diye tekrarlamış balıkçı. "Eeee... sonra?" "Sonra emekli olursun. Küçük bir balıkçı kasabasına yerleşirsin. İstersen zevk için balık tutarsın. Çocuklarınla oynar, karınla keyfince siesta yaparsın. Akşamları da arkadaşlarınla şarap içip gece yarısına kadar gitar çalarsın. Nasıl..? Mükemmel değil mi?

"Balıkçı cevap vermiş: "Ben zaten şu anda o işi yapıyorum, bu kadar telaşa ne gerek
var!"

Bir an olsun durup düşünseniz; "Bütün bu telaş ne için?" Arada denize açılıp, çocuklarınızla oynaşmayacak, dostlarınızla gitar çalıp şarap içemeyecek olduktan sonra onca koşturmanın ne anlamı var? Hırsla örülü onca yılın vaat ettiği final, halen yanı başımızda duran mutluluksa, bu yarışa ne gerek var?

Şubat 11, 2007

günün (s)özü 41

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...

Mahatma Gandhi

Tutacak bir el

Bir yaz günü, plajda kumlarla oynayan iki çocuğu seyrediyordum.
Deniz kıyısında, kapılarıyla, kuleleriyle, tünelleriyle kocaman bir kale
yapmak için harıl harıl çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmışken,
büyük bir dalga gelip her şeyi sildi süpürdü.
Kocaman kaleleri bir anda ıslak bir kum yığınına dönüştü. Bütün
uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören çocukların göz
yaşlarına boğulmalarını bekliyordum.
Ama beni şaşırttılar. Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve
gülerek kıyıdan biraz daha içerde yeni bir kale yapmaya giriştiler.
Çocukların, o anda bana önemli bir ders verdiklerini fark ettim.
Yaşamımızdaki her şey, yaratmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf
ettiğimiz her karmaşık yapı, aslında kumdan kalelerdir. Er ya da geç, bir
dalga gelip yılların çabalarını bir anda yok edebilir.
Sadece ve sadece başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler, her şeye direnir,
ne olursa olsun sağlam kalabilirler..
Her şeyin yok olduğu anlarda sadece tutacak bir eli olan insanlar
gülümseyebilirler.

Harold Kushner

Einstein'ın Bulmacası

Acaba dünyada zeki olan % 2 insandan biri misin..?
Bu soruda hiçbir şekilde şaşırtmaca yok, tamamen mantığa dayalı.
Mantıklı bir şekilde çözüme ulaşılabilir. Bol şans..!

1-) 5 Tane ev var hepsi ayrı renk.
2-) Her evde oturanın, ayrı bir uyruğu var.
3-) Hepsi de ayrı bir içecek içiyor, ayrı bir hayvan besliyor ve ayrı bir
marka sigara içiyor.
4-) Bu 5 insanin hiçbiri diğerinin yaptığını yapmıyor. Yani sigarası ayrı,
içeceği ayrı, beslediği hayvan ayrı ve evi ayrı.

Soru: Balık kime ait?

Açıklamalar:

1-) İngiliz kırmızı evde oturuyor.
2-) İsveçlinin köpeği var.
3-) Danimarkalı çay içiyor.
4-) Yeşil ev beyaz evin tam solunda duruyor.
5-) Yeşil evin sahibi kahve içmeyi seviyor.
6-) Palmall sigarası içenin bir kuşu var.
7-) Ortadaki evde oturan süt içmeyi seviyor.
8-) Sarı evde oturan Dunhill sigarası içiyor.
9-) Norveçli birinci evde oturuyor.
10-) Marlboro içen kedisi olanın yanındaki evde oturuyor.
11-) Atı olan insan, Dunhill sigarası içenin yanındaki evde oturuyor.
12-) Winfield sigarası içen, birayı seviyor.
13-) Mavi evin yanında Norveçli oturuyor.
14-) Alman Rothmanns sigarası içiyor.
15-) Marlboro içenin komşusu sadece su içiyor.

Einstein 'ın iddiası: 'Dünyada insanların % 98'i bunu çözemez!'

Dostluk Derken

Yazar: Oktay Akbal

Dostluk!.. Güzel bir sözcük. Neler söylenmemiş, neler yazılmamış bu konuda. Ne desem eski, ne yazsam boş. Kişi, kendini bildiğinden bu yana dostluğu öteki duygularından üstün tutmuş. Dost bildiğine sarılmış dört elle. Dostunu dünyanın en çok güvenilir, en çok inanılır kişisi bellemiş. Çoğu kez düş kırıklığına uğramışsa da gene de dostluk sürüp gelmiş bugüne dek. Yarınlara da kalıp gidecek.

Montaigne: “Benim bahsettiğim dostlukta ruhlar birbirine o kadar derin bir ahenkle karışmış ve kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip süpürmüş ve artık bulamaz olmuşlardır. Onu niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle bir cevapla ifade edebileceğimi zannediyorum: Çünkü o, o idi, ben de bendim.”

İki kişinin dostluk kurmasının nedenleri sayısızdır. İçinden çıkılmaz bunun. Yakın dostlarımı gözümün önüne getiriyorum. Niçin dost oldum onlarla? Neydi beni onlarla yakınlık kurmama iteleyen nedenler? Var, ufak tefek şeyler var tabii. Ama en önemlisi, yaşama, eş bir anlam vermemiz. Yaşamın anlamını ya da anlamsızlığını aynı açıdan görmek, benimsemek. Şiiri sevmişiz, yazını sevmişiz, işte dostluğun nedenleri! Hayır, hayır, şiiri, yazını başkaları da seviyor, onlarla da selamlaşıyoruz, görüşüyoruz. Ama niye dost olamıyoruz? Bir şeyi çok sevmek dostluğun ancak ilk adımı olabilir, ama yıllar yılı sürmesinin açıklaması sayılmaz. Yaşamın anlamında birleşmek de öyle. Akla gelen bütün nedenler için öyle. Montaigne en doğrusunu söylemiş: “Çünkü o, o idi, ben bendim.”

Seviye benzer bir şey bu dostluk duygusu. Sevdiğimiz kadında da aynı çıkmazdayızdır. Niye sevmişizdir o kadını, niye ona bağlanmışızdır? Binlerce neden bulup gösterilebilir, gene de yetersiz kalır hepsi. Hem vardır, hem yoktur, hem önemlidir, hem önemsizdir. Sevilen kadın için de aynı sözü söylemek mümkün: “Çünkü o, o idi, ben de bendim.”

Eski dostluklar kaldı mı çağımızda? Yok, gitgide azalıyor öyleleri. Bir gün büsbütün yitip gidecek. Tarih ve yazın kitaplarında duyulan, tanınan, okunan ama ne oldugu anlaşılmayan, belirsiz bir duygu haline girecek. Çağımızda kişiler belirsiz duygulardan çok elle tutulur nesnelere değer veriyorlar. İlle de yarar bekleniyor herşeyden. Yarar, yani paraca kazanç! Dostluklar, arkadaşlıklar bir yana itilip gündelik yaşamın çıkarları öne çıkıyor. Dost sandığımız, dost bellediğimiz bir kişinin birden maskeyi atıverdiğini, sizi ortalıkta bırakıp kaçtığını görüyorsun. En acısı bu işte, dost bildiğin birinin yabancılaşıvermesi!..

Aristo demiş ki: “Ey dostlarım dünyada dost yoktur.” Ustası Sokrates’ın başına gelenlere bakınca Aristo’ya hak vermemek zor. Büyük bilge görmüş gerçeği. Dost sandıklarının dost olmadığını. Sokrates’ın da ölüme korkusuzca gidişi bundandı belki. Yaşamaya karşı duyduğu bezginlikte. Dostsuz, dostluksuz bir dünyada yaşamaktansa ölmek daha iyi elbet… Bizim eski bir şairimiz de bunu anlatmıyor mu? “Dünyayı seninle sevmişim ey dost.” Tek bir mısrada dostluğun taşıdığı engin anlam ne güzel belirtilmiş! Dünya ancak sevgiyle, dostlukla güzelleşiyor. Pinti çıkarların egemen olduğu bir dünya, dünya mıdır, yoksa cehennem mi?

Dostluklar azalıyor çağımızda. Bir an dinleyin kendinizi. Çevrenizdekilere bir bakın. Bir deneyin dost bildiklerinizi. Göreceksiniz, dost az, yok hatta… Dostluk dostluk diye kendinizi aldatmışsınız yıllardır! Boş yere…

Bir yerlerden geldim bu konuya. Bir şeyler, iç dış etkiler itelemiş olmalı beni dostluk üzerine düşünmeye. Önemli olanı şu, tek bir dostunuz bile varsa bilin değerini. Küçük çıkarlar, geçici amaçlar için bozuk para gibi harcamayın. “Dünyada dost yoktur dostlarım” demiş gerçi Aristo usta. Ama siz “Dünyada dost vardır” ilkesini yaratmaya çalışın. Gücünüzün yettiğince.


Kaynak: Oktay Akbal, “Konumuz Edebiyat”, Varlık Yayınevi, İstanbul, 1975.

Muhittin Abi - III


- Muhittin Abi, kendime terlik yaptım, nasıl olmuş?
- Ayağına sağlık Kamil, çok güzel olmuş!

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

- Muhittin Abicim! İstop oynuyoruz, gelsene...
- Ben renk körüyüm, devam edin siiiz!..

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

- Yaşama sevincim kalmadı Abi,
bir yol göster bana!

- Yaşatma sevincin de mi kalmadı Fehmi?
Al şu kuşu besle, oyalan biraz.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Şubat 10, 2007

günün (s)özü 40

Denizin kenarında durarak ve suya bakarak denizi aşamazsınız.

Rabindranath Tagore

Çeşit çeşit

İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!

İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.

İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.

İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk

İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...

İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...

Can Yücel

Türküler

İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
daha uzun ömürlü kendilerinden.
Sevdim insanlardan çok türkülerini.
İnsansız yaşayabildim
türküsüz hiçbir zaman.
Hiçbir zaman beni aldatmadı türküler de.
Türküleri anladım hangi dilde söylenirse söylensin.
Bu dünyada yiyip içtiklerimin,
gezip tozduklarımın,
görüp işittiklerimin,
dokunduklarımın, anladıklarımın
hiçbiri, hiçbiri,
beni bahtiyar etmedi türküler kadar...

Nazım Hikmet Ran

Şubat 09, 2007

Greenpeace Eyfel Kulesi’nden Uyarıyor!


Bilim insanlarının uluslararası çağrılarını dikkate alın. Felaket boyutunda değişimler yaşanmadan harekete geçilmeli.

4. Değerlendirme Raporu’nu görüşmek üzere Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli Paris’te toplanırken, 44 Greenpeace eylemcisi de 327 metre uzunluğundaki Eyfel Kulesi’nin üzerine “Henüz geç değil, iklimi kurtarın” mesajlı bir pankart astılar.Greenpeace dünya hükümetlerine henüz zaman varken, bilim insanlarından oluşan bu kuruluşun uyarılarını dikkate alma çağrısı yaptı. Greenpeace dünyaya aynı zamanda Enerji [D]evrimi çağrısı yaptı.

Greenpeace İklim Değişikliği kampanyası sorumlusu Stephanie Tunmore “IPCC raporundan iyi haberler beklemiyoruz. Henüz açıklanmamış olsa da raporun, bilimsel literature dayandığını biliyoruz. Bu bilimsel literatür de bize iklim değişikliği başladı ve önceden düşündüğümüze oranla daha hızlı gerçekleşiyor diyor. İklimle ilgili gerçekleri ne kadar çok öğrenirsek manzara o kadar kötüleşiyor. İklim değişikliğinin gerçekliği ile artık yüzleşmeliyiz” dedi.

Tunmore ifadesinde “1990’da IPCC ilk değerlendirme raporunu yayınladığında Kuzey Denizi buzullarının kaybı belirsiz modellerin bulanık bir öngörüsü gibi karşılanmıştı. O yıla kadar 0,3 °C oranında yükselmiş olan dünya sıcaklığı 0,8 °C’ye çıktı ve deniz buzulları her yıl büyük kütleler halinde gözümüzün önünde yok oluyor. Bugünki modeller, 40-50 yıl içinde tüm Kuzey Kutbu buzullarını kaybedeceğimizi gösteriyor” diye belirtti.

2001 yılında yayınlanan 3. rapor ise son elli yılda yaşanan küresel ısınmanın seragazlarında özellikle de karbondiyoksit salımlarından kaynaklandığını ortaya çıkarmıştı.

Tunmore “Hükümetler uyanmalı ve fosil yakıtlar ve ormansızlaşma gibi sorunun asıl kökenine inmelidir. Hala uçurumun kenarında çekilmek için hala zaman var ama hemen harekete geçmemiz ve küresel ortalama sıcaklık artışını en kötü zararların oluşacağı 2 °C’ye ulaşmadan sabitleyebiliriz.Bunun tüm araçlarını gösteren yol haritası ise elinizde” dedi.


Çözüm Enerji [D]evriminde


Sürdürülebilir bir enerji geleceği için bugüne kadar hazırlanmış en anlaşılır planlardan birine göre; yenilenebilir enerjiler, enerjinin verimli ve akıllı kullanımı ile birleştirildiğinde 2050 yılına kadar dünyanın enerji ihtiyacının yarısını karşılayabilir. Greenpeace ve Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi (EREC) tarafından kamuoyuna sunulan “Enerji [D]evrimi: Dünya Enerji Geleceği için sürdürülebilir bir bakış açısı” adlı rapor, karbondiyoksit salımlarının önümüzdeki 43 yılda %50 oranında düşürülmesi için pratik bir yol haritası çiziyor. Rapor aynı zamanda karbondiyoksit salımlarının yarı yarıya azaltılırken elde edilen enerji arzının güvenli olmasına ve dünya çapında ekonomik gelişmenin devam ettirilmesine özen gösteriyor. Plan Çin, Hindistan ve Afrika gibi hızlı bir ekonomik gelişme gösteren bölgelere de ayrıca vurgu yaparken enerji devrimi senaryosunun ekonomik avantajlarını gösteriyor. Bu rapor uygulamaya geçirilirse yenilenebilir enerjiler -sadece OECD ülkelerinde değil aynı zamanda Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde de- dünya ekonomisinin bel kemiği haline gelecek.

Rapor politikacılara da iklim değişikliği ile mücadelenin nasıl gerçekleştireceklerine dair siyasi adımları ve izlenmesi gereken politikaları gösteriyor. Raporda 2020 yılına kadar nükleer enerjiden tamamıyla vazgeçmenin mümkün olduğu gösterilirken karbondiyoksit salımları yenilenebilir enerjiler, enerji verimliliği ve akıllı enerjiler gibi sürdürülebilir yöntemlerle yarı yarıya düşürülüyor.

Greenpeace Akdeniz Enerji Kampanyası Sorumlusu Hilal Atıcı ise “Başbakan Erdoğan Etiyopya’da iklim değişikliği konusunun konuşulacağı Afrika Birliği Zirvesi’ne katılarak Türkiye’nin küresel ısınmayla mücadeleye verdiği önemi anlatacak. Sayın Erdoğan Afrika ülkelerine Türkiye gibi olmamaları gerektiğini anlatmalı. Son 15 yılda seragazı salımları %110 artan Türkiye küresel ısınmaya karşı mücadeledeki samimiyetini ancak Kyoto Protokolü’nü imzalayarak ispatlayabilir. Türkiye sera gazı salımlarını düşürmek ve yenilenebilir enerjilerin payını artırmak için yasal hedefler koymalıdır. Bunlar yokken küresel ısınmayla mücadeleden bahsedilemez” dedi.

Greenpeace Enerji Uzmanı Sven Teske ise “Dünyamız iklim değişikliğine yol açan fosil yakıtlar ve enerji ihtiyacı arasında bir iklem içindeydi. Enerji Devrimi Senaryosu ekonomik büyüme durdurulmadan bu ikilemden nasıl çıkılacağını gösteren bir yol haritası. Bu yol haritasıyla tehlikeli nükleer enerji de ve kömür ile birlikte tamamıyla devre dışı bırakılıyor” dedi ve ekledi “Bu senaryonun hayata geçirilmesi için nükleer ve fosil yakıtlara destek vermekten hemen vazgeçmeli, yenilenebilir enerjiler ve enerji verimliliği teşvik edilmelidir.”

İngilizce rapor

www.greenpeace.org ve www.erec.org

Şubat 08, 2007

MSN'de Avea


Türkiye’de ilk kez hayata geçirilecek bir uygulamayla MSN Messenger, Avea’nın beğeni toplayan çizgi karakterleriyle bezeniyor ve animasyonlarıyla sohbete yepyeni bir boyut geliyor.

Türkiye’de ilk defa hayata geçirilen ve 30 Ocak itibariyle kullanıma sunulan bu uygulama ile MSN Messenger sohbet penceresinden tema paketleri bölümüne giren kullanıcılar, Avea paketini indirerek sohbetlerinde birbirinden neşeli canlandırmaları ve şirin karakterleri kullanabiliyorlar.

Sadece bir tıklamayla bilgisayara indirilebilen Avea tema paketindeki uygulamalar otomatik olarak yükleniyor. Avea tema paketi içinde konuşma penceresi arka plan görüntüsü, konuşanları temsil edecek sabit ve dinamik görüntü resimleri, duyguları resimle ifade etmek için kullanılan emotikon ile göz kırpma olarak tanımlanan ve konuşma penceresini kaplayan animasyonlar yer alıyor.

Messenger’ın “7” ve üstü tüm sürümlerinde kullanılabilen ayrıca dünyada birçok örneği bulunan MSN tema paketi, Türkiye’de ilk kez Avea ile hayata geçiyor.


Kaynak: Marketing Türkiye

günün (s)özü 39

Ahlaki reklamla ahlaki olmayan reklam arasındaki fark nedir?
Ahlaki olmayan bir reklam halkı kandırabilmek için yalanı kullanır.
Ahlaki bir reklam ise yine halkı kandırabilmek için gerçeği kullanır.

Vilhjalmur Stefansson
Discovery,1964

Başka bir arzunuz?


E-postalarımızı bombalayan küçüklü büyüklü şirketler arasında yayımlanmayı hakeden bir haber...

Garanti Bankası Altın Örümcek Web Yarışması'nda 4 dalda birincilik ve 1 dalda ikincilik kazandı.

Garanti'nin internet sitesi garanti.com.tr, "En İyi İnternet Bankası" ve "En İyi Kurum" kategorilerinde birinci olurken, finansal yatırım portalı paragaranti.com, "En İyi Finansal Servis" kategorisinde birincilik ödülünü aldı. Bankanın emlak portalı evimgaranti.com ise "En İyi Profesyonel Servis" kategorisinde birinci, "En İyi Finansal Servis" kategorisinde ikinci oldu.

İnternet bankacılığında 10. yılımızı kutlarken aldığımız bu dört birincilik ödülü, bizim için gerçek bir yaşgünü hediyesi. Gerek Altın Örümcek'te, gerekse dünyada şubesiz bankacılık alanında kazandığımız ödüller siz müşterilerimize en iyi ve en yenilikçi hizmetleri verebilmemiz ve fark yaratmamız için bize güç veriyor.

Başka bir arzunuz?

T.Garanti Bankası A.Ş.

T-Box'dan yaratıcı bir hediye


Sevgililer gününde sevgilisine “parfüm, cd“den farklı bir hediye almak isteyenlere T-Box hınzırca bir alternatif sunuyor: Zarasutra

İki adet zarla oynanan Zarasutra, cinsel yaşamın renklenmesi için çeşitli önerilerde bulunuyor ve oyunsever sevgililere yeni sürprizler sunuyor. T-box, yaratıcı tüm çiftleri bu sürpriz ürünle “arzuların esiri olmaya” davet ediyor.

Kaynak: Marketing Türkiye

Bigumigu'ya Altın Örümcek


Altın Örümcek 2006 Web Ödülleri’nin sonuçları, 25 Ocak tarihinde açıklandı. İ.T.Ü. Maslak Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen ödül töreni ile 2006 Altın Örümcek ödülleri sahiplerini buldu.

Aygül ve Yalçın Pembecioğlu tarafından kurulan ve 1.300'den fazla üyesi olan reklam, tasarım ve pazarlama blogu bigumigu, 2006 Altın Örümcek Web Ödülleri'nde 'Bloglar' kategorisinde ikinci oldu.

Bigumigu, kurucuları tarafından “Ördekler tarafından yetiştirilen kunduzların mekanı” olarak tanımlanıyor.


Kaynak: MediaCat Online

Şubat 07, 2007

Sevgililer Günü SMS Kampanyası


Sevgiline, eşine, annene, babana, kardeşine, hatta tüm sevdiklerine onları sevdiğini en son ne zaman söyledin? Sevgililer Günü'nde sevgini tüm sevdiklerinle doya doya paylaş diye Avea'dan sana inanılmaz fırsat!

Kampanya Hakkında Bilgi

Faturalı hattın varsa, sadece 1,9 YTL karşılığında 12-18 Şubat Sevgililer Günü haftasında kullanmak üzere 100 SMS kazan.

Faturasız hattın varsa, sadece 19 kontör karşılığında 12-18 Şubat Sevgililer Günü haftasında kullanmak üzere 100 SMS kazan.

Kampanyaya kayıt ol, sevgini tüm sevdiklerinle doya doya paylaş!

Kampanyaya Katılım

Sizlere gönderdiğimiz kampanya mesajına "EVET" yazıp cevaplayarak veya 7475 numarasına "EVET" yazıp mesaj göndererek kampanyaya katılabilirsiniz.

Kampanyaya katılım için gönderdiğiniz mesajlar ücretsizdir. Ancak, kampanya katılım bedeli olan 19 kontör olumlu cevabınıza istinaden anında mevcut kontörlerinizden düşülür. Faturalı hatlar için kampanya katılım bedeli olan 1,9 YTL ise o dönemki faturanıza yansıtılır.

Kampanyaya kayıt 07 – 18 Şubat 2007 tarihleri arasında yapılabilecektir.

Kampanyaya kayıtlar 18 Şubat 2007'de saat 20.00'da sona ermektedir.


Söylemedi demeyin, siz en iyisi sevginizi söyleyin...

günün (s)özü 38

İnsanlar aya benzer çünkü kimseye göstermedikleri bir karanlik yüzleri daha vardır.

Kendinizi Uyandırın!


Ferrari'sini Satan Bilge Robin Sharma'nın mesajları belki kendinizi uyandırmanıza yardımcı olabilir.

- Tanıdığın en olumlu insan kendin ol.

- İçten ve samimi ol, her zaman (sesin titrese bile) gerçekleri söyle.

- Zamanında olman gereken yerde ol, geç kalma.

- Lütfen demeyi ve teşekkür etmeyi ihmal etme.

- Yapabileceklerinin altında söz ver, fazlasını yap.

- İnsanları onları ilk gördüğünden daha iyi bir durumda bırak.

- Arkadaş canlısı ve şefkatli ol.

- Birinci sınıf bir dinleyici ol.

- Diğer insanlara karşı tutkulu bir şekilde ilgili ol.

- Yüzünde gülümseme eksik olmasın.

Marka Kokusu

Bir gece uyumadan önce aklıma takılmıştı. Evet, markanın kendine ait bir kokusu olmalıydı. 5 duyu organımızdan 4'üne seslenebilen markalar artık burnumuza da hitap etmeliydi. Geçen sene bir beyin fırtınası arasında bahsetmiştim. Bir banka düşünün, ve bu bankanın şubelerinden ATM'lerine; kredi kartlarından ekstrelerine kadar yayılmış bir kokusu olduğunu düşünün. Öyle yerleşik bir koku olmalı ki bu; benzersiz, taklidi zor ve bağımlılık yapabilecek güçte. Havayla karışmış taze kahve kokusu mu desem, fırından yeni çıkmış ekmek kokusu mu!

Bugün gazeteyi elime aldığımda haberi okuyunca önce gözlerim parladı ama sonra söndü. Çünkü haberde 'Reklamını gördünüz, şarkısını duydunuz şimdi de kokusunu alacaksınız!' diyordu. Elektronik eşya üreticileri, havayolları ve hatta bankalar markalarıyla özdeşleşecek koku arayışındaymış. Sony ve Samsung, markanın imzası olarak algılanabilecek bir koku için çalışmalarını sürdürürken, Sony Ericsson her kullanılışında hoş bir koku salgılayan cep telefonu SO703'ü Japonya'da piyasaya sürmüş bile...

Bakalım marka kokusu rekabeti nasıl etkileyecek?

Çok milli eğitim!

Milliyet gazetesinin köşe yazarlarından Melih Aşık, 'Açık Pencere' isimli köşesinde bir okuyucusunun haklı sitemine yer vermiş...

Giresun'da Türkçe öğretmeni olan Arzu Demirkaya, Milli Eğitim'in Türkçe duyarlığına bir örnek veriyor:

"Bu yıl okullarda öğrencilere her ders için "Performans" ve "Proje" adları altında ödevler veriliyor. Öğrencinin konuyu ne kadar anladığını ölçme ve bunu uygulamaya dökmesi açısından çok doğru bir yöntem... Fakat neden bu derslerin adını Türkçe kelimelerden seçmemişler? "Performans" yerine "verimlilik", "proje" yerine "tasarı" demek varken bu sözcüklerin yabancılarını kullanmak niye?
 
Clicky Web Analytics