Mayıs 27, 2006

Pfizer ile Tanışma Toplantısı

Şu saatlerde gerçekleşmekte olan, fakat finallerimden dolayı gidemediğim PiT (Pfizer ile Tanışma) Kariyer Toplantısı için yürütülen iletişim çalışmasını çok beğendim. Sanırım 'akampüs' tarafından yürütülüyor. Önce üniversitelerde sağa sola bırakılan broşürler, toplantı için kurgulanmış bir site ve en önemlisi toplantı serisi için basit ve iyi düşünülmüş bir konsept. Bu nasip olmadı ama diğerine sazanlamayı(!) isterim...

Göz atarsanız;

http://www.pfizer.com.tr/pit/pithp.html

BP 'den Bardak Kampanyası

BP’den her 60 YTL.lik akaryakıt alımınıza 1 bardak hediye!

- Kampanya, sadece nakit ve kredi kartıyla yapılan alımlarda geçerlidir.
- Kampanya stoklarla sınırlıdır.
- Bu kampanyaya katılan BP akaryakıt istasyonlarında geçerlidir.

BP ’ye daha sık uğrayın, bardak koleksiyonunuzu tamamlayın.


Meraklar benden...

- Bu kampanya hakkında ne düşünüyorsunuz?

- Coca Cola, Pepsi, Cola Turka gibi 2-3 YTL'lik hızlı tüketim ürünleri promosyon amaçlı yığınla bardak verirken, BP'nin rakipleri sağlam stratejileriyle yoluna devam ederken 'bardakları doldurma' kampanyası hedef kitleye depoları doldurtur mu dersiniz?

- 360 YTL 'lik alışverişe 6 aynı bardaklardan oluşan bir koleksiyonu tercih etmek akıl kârı mıdır?

- Diyelim ki akıl kârıdır; bu kampanyayı duyup kampanyadan yararlanmak isteyen bir tüketici kampanyaya katılmayan bir BP istasyonuna gittiğinde nasıl teselli edilecektir?


Yorumlar İnci Vardar 'dan...

Kampanyanın ilginç bir yanı yok. Bunlar zaten sürekli yapılan kampanyalar, sadece hediyesi değişiyor. Bulaşik deterjanı, poşet çay, ıslak mendil, vs...

Bunu 360 YTL'ye 6 bardak olarak düşünmemek gerek. Her zamanki gibi benzin alırken bir de üstüne bardak alıyorsun gibi bir şey. Normalde 50 YTL tutarinda benzin alirken 60 YTL'lik benzin almak akıl kârı mıdır? Öyledir herhalde, en azından bir zararı yok.

Bunun için kullanıcı benzincisini degiştirir mi? Belki. Belki de değiştirmez, çünkü benzer bir kampanya kendi benzincisinde de vardir. Kampanyaya katılmayan BP istasyonu bulmak da pek kolay olmaz sanıyorum. Belki çok küçük benzinciler katılmaz.

Bu kadar küçük bir benzinciden de teselli ödülü istemezler herhalde bir bardak için, zira halkımız küçük esnafa anlayışlı davranabilmektedir.

Hikaye Eyüp Üstün 'den...

Ben bu bardak kampanyasının etkisine geçen gün bizzat şahit oldum. Arkadaşımın aracıyla bir yere gidiyorduk. Benzin almamız gerekti ve arkadaşım BP istasyonu bulana kadar kaç tane benzinciyi pas geçti. Benzini aldık ve arkadaşım, kasadan elinde iki bardakla aracına döndü.

Sonuçta promosyon işte. BP bardak verirken bir başka marka da başka bir şey veriyor olabilir... Ama bir de şöyle bir şey var; verilen hediye çok farklı bir şey değil belki ama bir kere aldığınızda ister istemez 6' ya tamamlayıp takım yapma güdüsünü geliştiriyor.

Devamlılığı olması açısından etkili buluyorum. İnsanı "nasıl olsa benzin alacağım, bari bardak takımı yapayım" gibi bir düşünceye sokuyor olabilir. Ticari araç kullanıcıları veya çalıştığı şirketin aracını kullanan kitleyi düşünün. Bardak takımı yapma güdüsüyle güdülenmiş kitleyi :)

Fasıl ve Efe Karşı Karşıya

Rakı tekelinin ortadan kalkması sonucu özel sektörün canlanmasıyla piyasaya sürülen yeni markalar hareketli bir dönem yaşıyor. Bunlar arasında akla gelenler Yeni Rakı, Tekirdağ, Fasıl, Efe, Burgaz, Mercan, Ata…vb rakıları pazarda kendilerine yer bulabilmek için önce tasarımlarında farklılaşmayı denediler, ardından rakı içirmeye yönelik ilanlarla tüketicinin kalbine ya da midesine girmeye çalıştılar sonra sitelerinde, sinemalarda ve uygun olan mecralarda gösterime geçtiler.

Reklam filmi olarak ilgimi çeken Fasıl Türk Rakısı ve Efe Rakı reklamlarından Efe’yi Fasıl’a göre daha özendirici ve akılda kalıcı buldum.

Fasıl’ın reklamlarını film festivalinde izleme fırsatını yakalamıştım. Çalgılarını konuşturan çalgıcıların hali gerçekten hoştu. Zaten daha yumuşak bir içimi olduğu söylenen ve hedef kitlesi gençler olan Fasıl’ın hedeflediği kişiler de sinemaya gelen film severlerdi. Ancak; 'fasıl' üzerinden giden konseptin nereye kadar süreceği aklıma takıldı. Türk rakı severler her türlü eğlencede ya da türlü dertlerinde rakı içebilmektedir. ‘İlla fasıl olsun’ yerine; ‘müzik olsun, rakıya uysun’ mantığında olan benim gibi bir sürü genç tanıyorum.

Diğer yandan; Efe reklamına gelirsek, Efe Rakı’nın Avrupa’ya gönderilen İngilizce filminde ‘The white magic of İstanbul’ ifadesi kullanılıyor. Türkiye’de ise Avrupa için uyarlanan filmde olduğu gibi yavaş seyreden bir müzik eşliğinde suyun içine aktarılan rakıyla birlikte oluşan lale, çalgıcı, hisar, Kız Kulesi, oryantal dansçı figürlerinin ardından dış ses bu kez ‘Güzel rakının farkı’ ifadesini kullanıyor. Genel rakı içerlere uygun hitap ederek, gözleri rahatsız etmeden, aksine esnek figürlerle hayranlık uyandıran ve müziğin ritmine rakının kendisiyle ayak uyduran efelenen bir rakıyla karşımıza çıkıyor. Yapım olarak da daha kaliteli geldi.

İki reklam filmi de prodüksiyon ve yaratıcı fikir açısından başarılı.
Karşılaştırma yaparsak; içimlerini bilemem ama ben Efe’yi Fasıl’a tercih ederdim…

Mayıs 23, 2006

Büyük reklam küçük reklamı yutar mı?

Büyük balığın küçük balığı mecazen yutmasıyla ilgili bir Afrika atasözü şöyle diyor;

Sular yükselince, balıklar karıncaları yer...
Sular çekilince de karıncalar balıkları yer...

Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir.
Çünkü kimin kimi yiyeceğine "suyun akışı" karar verir...


Yazıya böyle bir alıntıdan başlamamın sebebi büyük bütçeli reklamlarla küçük bütçeli ama büyük fikirli reklamları karşılaştırma imkanı tanımasıydı.

Suların yükselmesini reklam sektörünün büyük bütçeli işlerle ilerlemesi olarak varsaysak…
Suların çekilmesini de reklamcılıkta yaratıcılığın hüküm sürdüğü bir devir olarak ele alsak…
Markalara bugünkü gücünü ve üstünlüğünü onlara veren tüketicilerin değerini anlasak…
Kimin neyi, nasıl yiyeceğine karar vermesine küçük reklamlarla yardımcı olsak…

Daha iyi olmaz mıydı..?

Ülker Golf dondurmanın reklamını izlediğimde kafamı kurcalayan ilk şey ‘neden bu kadar para ve çaba sarf edilmiş bu reklam filminde?’ oldu.

Koşuşturan dansçılar, rengârenk mekanlar, hayatı dondurmayan insanlar…
Tamam her şey çok güzel de; bu coşkuyu yaşamak, hayatı dondurmamak için neden Bravo?

Sanki bir dondurma aldırma kampanyası gibi geldi bana, çünkü rakibinin elinde bir güç var ve bunu yok sayıp dondurmaya talep yaratmak için büyük bir kampanyaya girişiyorsun. Sonunda ise hayatını dondurma alarak güle oynaya koşup dondurma satın alan insanları elde ediyorsun.
Ancak hangi dondurma? Kampanyanın belirlemiş olduğu konsepti ne yazık ki rakibe hizmet ediyor.

Ülker markası; Biskrem, Hanımeller, Kremini, Albeni, Cafe Crown..vb gibi ürünlerinde yakaladığı basit ama kalıcı fikirlerini neden Golf dondurmaları için de denemiyor, merak ediyorum.

Rakibin ekmeğine yağ sürmesi bir yana rakibin de işine gelecek işler çıkartılıyor; yani herhangi karşı bir stratejinin uygulanmasına gerek kalmıyor.

Büyük reklamlar şimdilik küçük reklamları yutuyor gibi görünse de suların çekildiği gün küçük reklamlara büyük işler düşecek gibi görünüyor.

Mayıs 14, 2006

gitmek güzeldir

Hiç kimseyi özleyecek kadar çok sevmiyorum kendimi...
Altay Öktem

Altay Öktem'e ithafen...

gitmek güzeldir... önemli olan nereye gittiğin ya da nereyi geride bıraktığın değil; giderken yanına neleri aldığın, peşinde neleri sürüklediğindir. tozlanmış bir Elvis plağı, 70’li yıllardan kalma bir Barış Manço kaseti, bir ayakkabı bağı, kırık bir biblo, kopmuş bir kolye, yırtık-vesikalık bir resim, gerekirse saklamak üzere cebine attığın bir iki gereksiz telefon kartı... bunlardır aslında gitmeyi güzelleştiren, gitmeyi anlamlı kılan. özlemi doyasıya yaşatan, sevgiyi yücelten, kalpleri birleştiren...


hepsi bir yana; plağın üstündeki toz önemlidir. asla silinmemelidir! üstündeki toz taneleri halının, koltuğun üstünden kalkıp plağa doğru uçuşurken hangi aşk yaşanıyordur o odada? Ya da siyah-beyaz vesikalığın arkasına yazılan o ‘bitaneme’ diye başlayan sözlerde ne duygular saklıdır? kim bilir! Barış Manço ‘gülpembe’ derken ne fırtınalar kopuyordur yüreğinde, beş on kontürlük telefon kartıyla beklenen kulübenin önünde nişanlısının kısacık bir ‘alo’ deyişini duymak için sabırsızlanan Onbaşı Murat neler vermezdi ki o anlamlı sesi bir defa daha duyabilmek için...


gitmek güzeldir... duvarları geride bırakmak, daha da güzeli engelleri aşmak, özgürlüğüne adım adım ilerlemek, sevmeye hasret kalmak, çaresiz bir şekilde beklemek, zavallılığını büyütmek bir köşede, bir dağ başı yalnızlığı yaşamak, bir de üstüne o yalnızlığı paylaşamamak güzeldir aslında... ve gitmek için yola çıktığınız gün, elbette ki yeryüzündeki son gününüzdür. yol boyunca, geride bıraktıklarını bir an bile düşünmemeli insan. yeteri kadar hatırlayacaktır gurbette zaten. her anını birlikte yaşayacaktır. merak etmesin… kaçacak tek bir yer bile olmadığının farkına varmalı, doyasıya yaşamalı kısacık hayatını, ölümü düşünmemeli insan; düşünüyorsa faraza; korkmamalı arkada bıraktıklarından...


terk ettiğimiz noktayla yolculuğun sonunda ulaşacağımız tek bir nokta vardır yalnızca. aynı noktadır ikisi de... hayalimizde yaşadığımız gerçek olmayan noktalar kümesi... gerçek yoktur! asıl olan da budur. her insanın kendine özgü gerçekleri vardır. sanallıklar aleminde herkesin kendince gerçek kabul ettiği ya da hakikat saydığı noktalar buluşarak yeni bir bireysel esası oluşturacaktır. sen bir şeyi gerçek sayana kadar şeyler kümesi sadece bir emsalden ibarettir doğası gereği…


yol bittiğinde, yolculuğun son durağında; inandığın, hayatın boyunca varsaydığın ve uyguladığın tüm gerçeklerin değişir bir anda. kendi varlığının gerçekliği bile çelişkidedir kafanın bir köşesinde artık. bu noktada, yani terk edilen ya da ulaşılan noktada; üstelik ikisinin de gerçek anlamda aynı noktalar olduğunu anlamışken; bir arpa boyu yolu bile kat edemediğini fark ettiğinde salt senin yap-boz gerçeklerin kalır ki geride, onlar da kimine güzel bir ders kimine ise örnek bir yol teşkil edecektir ilerde... bir anda başkalarının yaşamındaki gerçekler ölecek ve seninkiler canlanıverecektir.


gitmek güzeldir dedim ya... kötü bir haberim var sizlere dostlar! gittiğimi sanarak kendimi kandırıyormuşum sadece. hiçbir yere gitmiyormuşum aslında! gittiğimi sandığım halde hâlâ yerimde saydığım için üzgünüm dostlar! ama olsun… benim için üzmeyin kendinizi boşuna…

en azından çakıl dolu şu zorlu hayatta gitmek güzel ya…

günün (s)özü 5

Ya kardeşim ne alâkâsı var!
Renkler ve zevkler tartışılmaz.

PİCASSO

günün (s)özü 4

Şu gözlüklü adam bizim dayıoğluna nası benziyo yauv!
'İnsanlar çift yaratılır' derlerdi de inanmazdım.
Aha şimdi sıçtık! Tüm teoriyi çökerttik lan!

DARWİN

günün (s)özü 3

Az gittim, uz gittim; dere tepe düz gittim.
Bir de baktım ki; bir arpa boyu yol bile gidememişim.
Yok lan, bu dünya adam olmaz!

MACELLAN

günün (s)özü 2

MSN ’de çevrimiçi arkadaşlarımın
güvenini kaybetmektense;
finallerde puan kaybetmeyi
tercih ederim.


BOŞ BELEŞ ADAM

günün (s)özü 1

Aşk; ne kadar sallanırsa sallansın
dona düşen son damla gibidir.
Tam kurtuldum derken bir
yerlerde izini bırakır.
Bu yüzden ayakta işeme,
aşık olma arkadaş!

AŞIK OLAN ADAM

kafam bozuk

geçen gün
seni kaybettiğim gün
hatırla işte
kafam bozuk
yürek öyle bir efkârlı ki
dağlar dayanmıyor
ay uzaklarda
güneş desen ısıtmıyor
üşüyorum
çok üşüyorum
yağmur var sadece
hafiften çiseliyor
bir o yapıyor görevini
gökyüzü de dağıtmış
sorma
bulutlar sere serpe zaten
sakın geriye bakma
aldırma hayata
sen al götür kendini
düşünme beni
kapat pencereni
çekil köşene
bak yıldızlara
seyret doyasıya
sabah masmavi bir sema kalacak ardımda
sabah umut dolu yarınlar kalacak sana
sen yarınları al
geçmişe ben bakarım
kendi kendini yok eden
tuhaf bir gezegene kafam bozuldu zaten
elimde şarabım intihar ettim
ne iyi ettim
inan bana
o intiharımdan bu yana
gerçekten yaşıyorum
adam gibi yaşıyorum

Mayıs 08, 2006

güneşin kızı

gidip güneşin kızını sevdim
elbette yanacağım

alev alev tutuşup
köz olup uçacağım

isyanım sana değil ki
kendime
isyankâr yüreğime

olur da bir gün
gidersem buralardan

arkamda bıraktığım mirasım
hak ettiğin davam
yere göğe sığmayan sevdam
benden sana hatıra kalsın

olmazsa
haber verirsin sonsuza
boşlukta sahip çıkacaktır o
bir defa daha

deniz kızı

herkesin gönlünde yatan bir ‘ deniz kızı ’ vardır ya hani; işte benim ‘ deniz kızı ’m da sensin! sen dedim ya kusra bakma; kıramam seni bilirsin. samimiyetine güveniyorum sadece. bakma kibarımdır siz diyecek kadar aslında...

aşık ne ister ki? ne bulur da vazgeçemez bu ‘ deniz kızı ’ndan? öyle bir maviliği vardır ki gözlerini alır, parıldayan pullarına bakamaz çıplak gözlerle. saçların altın sırmadır onun gözünde, okşamak, doyasıya öpmek geçiverir aklından; bir leyleğin yavrusuna gösterdiği ana şefkati yoğunluğunca... eli kolu bağlıdır; aklından geçenler aklına; kalbinden gelenler kalbine gider tekrar...

koklamak ister bu gönül; o kokuyu en derinlere çekip yaşamak ister sarhoş olurcasına... izlemek ister cilve yapışını... yapan da yaptıran da memnundur hallerinden. çekmek ister nazını. karşılık vermeyi dener; beceremez naz yapmayı. süzmek ister gözlerinin en içlerini. içmek ister çıkan ışıltıları. içer içer doymak bilmez. öyle sandığınız gibi de bakamaz derin derin, uzun uzun... saniyeler yeter ona... kaçırır bakışlarını hemen. heyecana yenik düşer. kalbine sığınır. çekinir, korkar, heyecanla dolan kalbi atar küt küt... nabzına da hakim olamaz, nefeslerini sayacak durumdadır o an.

gülüşüne kurbandır. hep gülmeni arzular. yerine ağlamayı ister. üzülmene karşıdır her zaman. hakkı yoktur ‘ deniz kızı ’ nın gözyaşı dökmeye. her şeyini dökmeye amâdedir yanı başında. yaşama sevincine ortak olmayı dener. o da gülümser yetebildiği kadar. yarışır yenik düşeceğini bildiği halde. hele bir görsün şöyle gözleri kan çanağı olmuş halde; kezzaba bular kendi gözlerini gerekirse...

buluşur bir şekilde bu saf ve çocuksu yürekler... bir yerde birleştirir kader onları... onlar anlamasa da beraberlerdir aslında en asil aşklar literatüründe...

dokunmak ister o narin dudaklarına, öpmek ister sonra; soluksuz kalmak, nefes almadan yaşamak ister bir süre... birleşir nefesleri bir çırpıda... konuşamazlar... anlam veremezler olan bitene... ellerini bırakmak istemez, sevmeye bile kıyamaz bir yerden sonra. sevmeye çalışır; emanetten öte değer verir. kendi ellerinden bile kıskanır bazen. zarar vermekten korkar, kalkan yapar kendini... bütün kurallarını ‘ deniz kızı ’ belirlemiştir bu savaşın. ürkmesin, göğüs gersin ister. ölmesine dayanamayacağını bildiği için önce kendini atar tehlikelere. üzmemek için de ölmemiş numarası yapar, kendince kandırır göz göre göre. gözlerini dürbün, yüreğini mavzer yapar. sevgisi egemendir artık bu mücadeleye. komuta sevginin elinde, devam eder savaşarak yaşamaya. emirler alır, uygular hepsini karşı gelmeden. bu bir barış savaşıdır özünde. ‘barışı koruma savaşı’ dır onunkisi...

aynı vücutta yaşamak hatta yaşatmak ister, aynı kafese girmek, elinde olsa aynı kefene sarılmayı düşler. o kadar gücü olmadığını bilse de bunu belli etmez. güveni sarsacak her şeyden kaçar deli gibi. acıları toplar, zehirleri alır, dikenleri koparır... sevgisine lâyık olmak için yapamayacağı şey yoktur! varsa eğer onu da yok etmenin yollarını arar. gözleri görmez, kulakları duymaz, beyni işlemez; hele de kalbi-içler acısı bir durumda-kapalıdır onun dışındakilere...

engin denizlerde arkasına bakmadan yol alan gemiler gibidir hali. yakamozlar toplar güneşin yardımıyla, buket buket yağdırır üzerinden. sevindirmiştir ya onu; ondan mutlusu yoktur artık şu dünyada... derisiyle güneşi süzer. dalgaları öyle bir alteder ki fırtınalar çaresiz kalır, yenilirler bu sevdaya... onları bile hayretler içerisinde bırakan bu aşkın sonunu bekler herkes.

her şeyin sonunda harikulade ‘ deniz kızı ’na ulaşmak ister artık... direnir, çabalar, seferberlik ilan eder vücudunun dört bir yanında... cebinde biriktirdiği umutlarıyla bir gün ona sahip olmayı bekler.

unutma ki deniz kızı ; aşk sabır ister...

aşıksa hiçbir şey. . .

Mayıs 01, 2006

Artık 4C var!

'Söylediğin her şey doğru olsun; ama her doğruyu söyleme!'

İletişimin kurallarından biri olarak kabul edilen bu kavramdan yola çıkarak pazarlamanın iletişiminde yaşanan değişimlere göz atmakta fayda var.

Pazarlama iletişiminde yaşanan son gelişmelerden sonra
artık pazarlamanın 4P ’si günlük uygulamalarda ve iş süreçlerinde
4C ’ye dönüşmüş kabul ediliyor.

Bundan sonra;

Product (Ürün) yerine Customer Value (Tüketici Değeri),
Price (Fiyat) yerine Cost (Değer),
Place (Yer) yerine Convenience (Ulaşılabilirlik) ve
Promotion (Tutundurma) yerine Communication (İletişim) bileşenleri var.

4C vatana millete- marketinge advertisinge hayırlı uğurlu olsun!

Profilo: Lüzum Yok!

Profilo’nun dayanıklı ev aletleri için ‘Lüzum yok!’ sloganı altında başlattığı kampanyayı şahsen ben çok yerinde buluyorum. Kristal Elma ödüllü Shubuo reklamlarını hatırlatıyor.

Reklam serisinin daha önce de bahsettiğim gibi katmanlı mizahtan yararlandığını düşünüyorum.

Farklı yaşlarda ve sosyal sınıflardaki hedef kitle grupları için ince düşünülmüş laflar ve mizah anlayışı…

1. Saç kurutma makinesi filminde her ne kadar dolaylı yoldan Rejoice’u yıllardır taşıyan ‘Yıka ve çık.’ kampanyasına bir gönderme olsa da bunun sorun teşkil edeceğini zannetmiyorum.

Olmadık yerlerden çıkıp ‘Lüzum yok!’ diyen adamın tavırları komik. ‘Sinüzit olmayın!’ diyerek hedef kitlenin sağlığını düşünmesi gerektiğini çok güzel vurguluyor.

Mahallenin Muhtarları, Melekler Adası ve son olarak Kadın İsterse dizilerinden tanıdığımız Burçin Terzioğlu ’nun oyunculuğunu da sade ve başarılı buldum.

Axess reklamları için neden Özgü Namal ’ın seçildiği konuşulurken; bunun altında izlenme rekorları kıran ve halkın(!) sevgilisi haline gelen dizi oyuncularının yarattığı ekstra sempatinin yattığını düşünüyorum.

2. Elektrik süpürgesi filminde ise gayet enerjik, sevimli ve hoplayıp zıplayan bir yüzle karşı karşıyayız. Yiyip süpürme üzerine yapılan espri biraz lafta kalsa da, elektrik süpürgesinin krakerleri yerden silip süpürmesi gerçekçi olmasa da, ‘Siz de hoplayın zıplayın işte!’ lafı durumu toparlıyor.

Espri kimine göre bayat gelse de adamın tavırları ve reklam serisinin kardeşliği durumu kurtarıyor. Bu arada, bir yandan kraker yerken bir yandan yerlere dökmek bana biraz tuhaf geldi.Böyle kraker yiyen var mı aranızda..?

3. Ütü filminde ise Kırışık Enstitüsü Cenevre ’den bir doktorun dublajına başvurulması, yabancı hekimin ‘Doğanın bize sunduğu bu mucizeden yararlanıyoruz.’ ifadesinden sonra salatalık göstermesi, adam ‘Lüzum yok!’ dediği anda ‘Mais, qu’est que tu fais?’ diye şaşırması, adamın ‘Kimseye mahcup olmayın!’ sosyal mesajı ve reklamın sonunda hekimin salatalığı yemesi kasarak da olsa filme renk katmış.

Bu filmi diğer iki filme göre uzak buldum. Keşke kırışıklıkları düzeltmek fikrini Ayşen Gruda ’nın filmlerinde gördüğümüz gözlere salatalık yerleştirme sahnesinde kullansalardı çok daha samimi olunabilirdi.

4. Çay makinesi filminde adamın yine olmadık bir yerden çıktığını ve soğuk çaylara savaş açtığını görüyoruz. ‘Alın bi tane düzgün çay için! Sıcak sıcak… Oooh miss!’ derken insanın hemen gidip çay demleyesi geliyor.

‘Lüzum yok!’ mu dersiniz..? Demlemeden olur mu canııım…

Dayanıklı küçük ev aletleri için yapılmış olan farklı ve sevimli reklamlar için tebrikler…

Afiyet olsun!

habersiz - sensiz

kara kalem mürekkepte,
sen yüreğinde...
biri kapkara,
diğeri ona inat
ak mı ak.
sarı bir sayfada
buluşuyorlar tesadüfen,
bir o kadar da tezat durumdayken...
düşünürken biz bunları
kaderlerini çizen şair
siyahla beyazı tek renge;
senle kalemini de tek ahenge
öyle bir çeviriyor ki...
dizeler habersiz,
anlam buluyor şiirinde.
yürek sensiz,
aşkı tadıyor kendince.
hep bir şey olmaksızın
seyrediyor gönül gönlünce.
şiirler bihaber belki ama;
yürekler beraber.
eksiğiyle fazlasıyla,
her ikisi de olanların farkında.
şiiri bitiyor bir yerde şairin
alevlenmeyi bekleyen başka aşklar üzerine...
kara kalem mürekkepte,
sen ise yüreğinde...

beyaz düslerim-yeter ki gel

isterdim ki
gök beyaz yer beyaz olsun
geceyle gündüz bembeyaz
gitsin bütün siyah yerler
kaybolsun siyah noktalar
bir tek sen kal beyazlar içinde
çeşm-î beyazım ol mesela
çağla üzerime üzerime
ışığım ol
aydınlat beni
yol göster bana
pusulam ol
kurtar beni n’olur
çelimsiz karanlıklardan
gerektiğinde loşluğunla gel
yeter ki zifiri karanlıkta koma beni
güller açsın yüzünde
beyaz beyaz gülüver
gülbeyazım ol mesela
buket buket bakıver
öyle derin değil ama
yaralama beni
hançerleme bakışlarınla
dayanamıyorum acına
gözlerin ıslak
ben ıslak
masumiyetin zulmü
vicdanın hükmü
biri mahkum
diğeri cellad
bitsin bu esaret
yaralandım sol yanımdan
kalbim fena hallerde
deşme daha fazla
harmanlanmaya yüz tutmuş gönlümü
acınla şefkatinle gelme bana
sevginle saflığınla gel
çocuk ol mesela
henüz altısında
masalların dünyasında
hayatın aslından uzak
hayallerin ortasında
kandırma beni
oyun oynama benimle
yalanlarını salıver
ruhumun parçası olmaya gel
bir gün ihtiyacın olursa eğer
beyaz gülüm güvercinim
bu dünyadaki dayanağım
dikeninle kanatlan gel
bir gün gel
ama yeter ki gel

kime yaşıyorum..?

hiç aklından geçirdin mi kim için yaşadığını? kendin, ailen; yoksa bir başkası için mi? önemli mi peki kime yaşadığın? yaşamak zorundasın bir kere! bir saniye de olsa bir asır da sürse yaşamak şart bu yalan ve sahte dünyada... fakat kim için yaşadığını bilmelisin hayatta. çoğunluğun aklına gelen ilk kişi kendisi olacaktır elbette!

insanoğlunun yakasına yapışan ve doğumundan beri bırakmayan bir bencilliktir aldı başını gidiyor. haklı bir bencillik bizimkisi. yemek yiyorum, su içiyorum, sinemaya gidiyorum, sınavıma çalışıyorum, erken kalkıyorum, ilişki yaşıyorum, dertlerimi paylaşıp daha az üzülüyorum, seviyorum, görüyorum, biliyorum; yani hep kendi adıma bir şey yapmakla meşgul oluyorum. bütün bunlar kendimiz için değil de kim için peki? kimlerin çıkarına çalışıyoruz ki? her işin altından bir ben çıkıyor kazdığınızda.

çevrende bu kadar insan varken aralarında ihmal ettiğin birileri mutlaka olacaktır; sen istemesen de fark etmesen de...gurbettesin her şeyden önce... annen, baban, kardeşlerin... yeni doğan kuzenin mesela... adı neydi kerâtanın? evlenen teyzenin kocası ne iş yapıyordu sahi? mahallenden, eskilerden kimler kaldı acaba? çocukluğumun bakkalı taşınmış. kim bilir nerelerdedir şu an pekmezci Hüseyin amca? pisti filan ama iyi adamdı. her gün okul dönüşü bulmacasını çözerdiniz ya beraber...ne günlerdi be..! köydeki Elmas teyze ne yapıyordur? yeni doğan buzağıyla kim ilgilenecek peki? babaannem de tandırda gözleme mayalıyordur herhalde; ne yapsın kadıncağız?-yaş olmuş yetmiş... 22.00 TRT haberlerini hiçbir şey anlamasa da seyreden dedeme ne demeli? ne de benzerdi Musa Eroğlu’na , bakar bakar gülerdik ya hani...arkadaşların ne yapıyordur? ortaokuldan iki üç tanesi aklında, birisi Konya’da...4 yıla kalmaz doktor olur çıkar karşına ‘Dr. Mehmet Bey’ diye 10 yıllık kankan Memoş... liseden dostlarını ne yapmalı? yakında olup görüşemediklerin, uzakta olup arayıp da soramadıkların... aklından bir an bile çıkartamadığın tertemiz duygu yüklü platonik aşkını ne yapmayı düşünüyorsun? çok beğendiğin halde yüz vermediğin ela gözlü kıza ne olacak? bir de hemen yan sınıfta bakışlarını gizleyemeyen utangaç kızın halini düşünsene!

ama biliyorum söyleniyorsun kendi kendine, bağırıyorsun, kızıyorsun bu düzene, bir tane var benden; bedenim-ruhum keşke bölünebilse diyorsun ya nafile! senin de bir kalbin var... bilirsin ne de hassastır o... o kilidi ne zaman, nerede ve nasıl kıracaksın?
neden bunca yaşanan alenen acılar? acı çekeceğim diye çekilmek her şeyden... alıkoymak kendini heyecandan... korkmak keder-i aşktan... kaçmak sevdiğinden... savrulmak alabildiğine... unutamamak maziyi... sevmek ölesiye... ölmek sevesiye... ama o bilmemek... ya da bilip de bilmemezlikten gelmek... hep atmak bir yerlere... içten savaşmak daima... olmak ya da olmamak... belki de olamamak...olmanın olmasını; olmamanın da olmamasını beklemek... nedendir bu boyun eğmeler, çaresizliğe yönelmeler? hayat boyu bunu benimsemek nedendir? ne saçma anlayıştır bu..?

her şeyi analizle çözeceğimizi sanıyoruz, yanılıyoruz, tıkanıyoruz bir yerde... takılıyoruz basamaklara, düşüyoruz aşağılara... sorun sorunu bulamamakken, herkes sorun yaratma peşinde... çözüm bulanı dışlarken hayatta; sorun çıkartanı basıyoruz bağrımıza... bu ayrıntıyı anlayabilseydik hayatta, yıllardır varlığımızı varsayıp yokluğumuzu tartışırdık... varolmak düşünmekse,düşünmek inanmaksa, inanmak sevmek; sevmek de yaşamaksa şu tik taklı dünyada, yaşıyorum ya... kime yaşadığımı bilmeden yaşasam da...

aşk ve integral üzerine

saat gecenin ikisi...
masamda senin resmin ve matematik
notlarım var. seni ve integrali düşünüyorum kısaca.
yarınki eşsiz güzelliğini ve sabahki zorlu sınavımı iple çekiyorum.
bilirsin… benzersiz zorluklar bana adanmış…


sen ve integral...
ikiniz de oldukça zorsunuz; ama sanırım imkansız değilsiniz.
umudumu yitirmeden hayatıma ve ln x' lerime devam ediyorum.
belki bir gün, olur ya sıradan bir gün işte, ikinizi de çözerim bir anda.

belli mi olur..?

integralden yana şüphem yok; zira senden yana oldukça çok.
aranızdaki farka gelince;
senin formülün yok-duyguların var…
onun ise duyguları yok-formülü epey çok!

ortak noktanız ise yaşananlar soyut ve
iki ilişkide de kandırmacaya yer yok (!)

öyle mi dersin...?
 
Clicky Web Analytics