Bir ülkenin geleceği o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır.
Albert Einstein
Nisan 27, 2009
Başka Semtin Çocukları
Bir mahalle... Kuşaklar boyu en güzel kızlarının en hüzünlü kadınlara dönüştüğü...
Bir mahalle... Bıçkın delikanlısının kanlı canlı “Zirve” tırmanışı...
Bir mahalle... Dağları aştıran bir aşkın faşist itirafları...
Motorunda çiçek açan bir arabanın arka koltuğunda yeşeren bir “ilk aşk”ın mezhep ayrılıkları...
Bir adam... Yıllar önce geride bıraktığı tüm güzellikleri yok etmeye mahkûm... Ve bu güzelliklere vurgun...
Bir kadın... Yapayalnız.
Bir ağabey... Şaşkın.
Bir çocuk... Kurban.
Kuşlar... Sahipsiz kalmış.
Gazi Mahallesi çoğumuzun ana haber bültenlerindeki amansız çatışma görüntüleri eşliğinde “başka bir semt” olarak meşrulaştırdığımız meşhur bir istila alanı. Gazi Mahallesi barındırdığı farklılıklarla bir bütün, karakteri olan bir semt. Şehrin varoşlarından da farklı bir varoş. Ve varlığını filmin her karesinde hissettiren güçlü bir coğrafya. Gençleriyse öfkeli ve çaresiz. “Gelecek” zamanda kurdukları cümleler çoğumuza ancak filmlerde ya da tekinsiz zihinlerde gerçekleşebilecek türden gelirken bu cümleleri amaç edinmeleri var olmalarının başka yolu olmamasından. “Ezilen”in daima kendi çözümünü üretmesi Gazi Mahallesi’nde şiddeti en dolaysız ifade biçimi, gündelik hayatın bir parçası haline getiriyor. Kendi içindeki kutuplarında “ahlak” bazen kurtuluşa giden yolda kazanma hırsının kurbanı; bazense her şeye rağmen kişinin kendi yüreğine yasladığı bir hançer olabiliyor. En çok da birbirlerini harcıyorlar, en acımasız şekillerde, çaresizliklerindeki aynılıklara öfkeyle...
Aydın Bulut ve arkadaşları yukarıdaki mahalleliyi sağlam bir olay örgüsüne ilmik ilmik bağlayarak, derinlikli ve bir o kadar basit bir yapı ortaya koymuş. Tıpkı bir gecede dikilen duvarlardan sızan ter kokusu gibi rahatsız edici ama anlamlı.
Çöpten çıkan bir ceset mahallenin her tür usulsüzlüğü kendi usulüyle halletme alışkanlığını tetikler. Baba vaktinden önce ölen küçük oğlunun cenazesinde vaktinden önce askerden dönen diğer oğlunun vuslatını yaşar. Uykularını bölen komandoluk anılarına şimdi günlerini karartan bir kardeş katili eklenmiş ağabey Semih, yitirdiği gerçekliğin arayışındadır. Ve bu arayıştaki en yakın takipçisi ise katilin kendisi olacaktır. Semih için kimin düşman kimin dost olduğunun bilinmediği mevzilerde sırf karşındaki üniforma “düşman” diye kendini açık eden ama tetiğe her dokunuşunda da kafana “acaba”lardan bir demet güdümlü insaniyet salıveren askerlik günleri artık yerini aynı üniformaları giyen düşmanlarla dolu bir sivil yaşama bırakmıştır. Gerçekliği aramak yerine inanmayı seçenler içinse körü körüne inandıkları diğer her şey gibi sivil hayatta da komando olarak kalmak ve savaşmak vardır. Gürdal da böyle karakterlerden biridir. Saplantısı kadar oyunculuğu da güçlü bir karakter olarak karşımızda: Gül’e olan aşkıyla bu sefer biraz ürkütücü bir bülbül olarak... İnsana aşılamayacak olanı aşmak için ilahi gücü veren bir aşk bile öfke ve gözü karalığın ellerinde lanetli bir volkan gibi patlayarak çevresini tozlara, küllere dönüştürür. İnsana asıl olanın arzunun kendisi mi yoksa arzunun yöneldiği nesne mi olduğu sorusunu yeniden yeniden düşündürür. Kazanmak mı kaybetmek mi, sahip olmak mı özgür bırakmak mı, tutunduğun gerçeklik mi yoksa gerçekte var olan mı? Ne kadarına dayanabilir insan? En zoru kendine dürüst olmak mı?
Filmin bir diğer ucunda ise bambaşka bir aşk hikâyesi durur. Bu sefer rengi sararmış danteller gibi asla sözcüklere dökülmemiş ama her şeyin üstünü adeta orada hiç olmamışçasına örtmüş ve varlığından hiçbir zaman şüphe edilmemiş bir aşk hüsranı... Geçmiş zamanda kalmış ve miş’li geçmiş zamanla mahallelinin diline dolanmış bir kaybediş hikâyesi. Bir kadının beklerken tüm gençliğini ve onurunu kaybedişi. Yıllar öncedir. İlk gençlik aşkıdır. Mahallenin en güzel kızıdır. Delikanlı çok âşıktır ama –muhtemelen- kızın babası izin vermez ve kavuşamazlar. Çocuk: “Bekle” der. Fransa’ya gidip, para biriktirip ya kızı da yanına alacak ya geri dönüp evlenecektir onunla. Yıllar geçer. Kızın babası ölür. Annesi de ölür. Kız bıçkın bir mahalle delikanlısı olan pek de haz etmediği “adam olmaz” türden kardeşiyle bir başına kalır ama beklemeye devam eder. Artık beklediğini bile bilmez ama beklemekten başka bir bildiği kalmamıştır. Ve yıllar sonra adam mahalleye döner...
Tıpkı insanların tekrar eden kaderleri gibi film de bu tür yan hikâyelerle izleyiciyi şaşırtır. Çünkü tam da tüm bu hikâyelerin merkezindeki kurbanımız Veysel mahallenin en güzel kızına âşıktır. Fakat Alevi-Sünni çatışması sebebiyle aileler bu aşka rıza göstermez. Hatta karşılıklı şiddetli olaylar yaşanır. İki âşık: Aile baskısıyla sinmiş, kırılgan ve gerçekçi bir kız ile idealist ama bir o kadar da çaresiz bir çocuk... Çocuk Amerika’ya gidecektir. Para biriktirecek, kızı da alıp kaçıracaktır oraya. Ufacık bir mahalle için kulağa fazla tanıdık gelen bu hayaller de aslında tam ufacık mahallelerin bir nevi zorunlu kaçış planları değil midir? Tüm bunları gençliğinde yaşamış olan adamımız çocuğa dışarıdaki yaşamın zor olduğunu, “adamın g.tüne bıçağı dayadıklarını” anlatır. Çocuğa kalmasını öğütler. O diyalogda adamın henüz geçmişini bilmeyen izleyici garip bir ısrar hisseder adamın sözlerinin tonunda ve gözlerinde. Sanki adam basit bir “abi tavsiyesi” vermiyordur da çocuğun henüz bilmediği ama aslında hayatının en önemli dersini paylaşıyordur çocukla. Nitekim çocuğun cesedi çöpten çıktığında bu dersin de pek önemi kalmayacaktır nasılsa. Mahallenin en güzel kızı Saadet ömür boyu mutsuzluğa mahkûm edilmiştir her halükarda. Tıpkı adamın yıllar önce yurtdışına kaçarken can’ını yeğlediği Canan’ı gibi...
Peki, bir insan nasıl katil olur? Ve bu filmde katil kimdir? Tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi adlı romanındaki gibi ortada masum bir adamın katledilişi vardır ve hikâye o ölümle başlar ama öyle sağlam yan hikâyelerle dallanır budaklanır ki artık açılması gereken sır perdesi ikincil öneme sahipken hikâyelerle gün ışığına çıkması beklenen yaşamlar insanı içine çeker. Durum böyle olunca da katilin kim olduğundan çok kimin katil olduğu üzerine biraz düşünmek mecburiyettir. Sinemada, edebiyatta daima -hiç olmayacak durumlarda bile- bir yerden fırlayıp yardıma koşan, çevresindekilerin hayatlarını belki de defalarca kurtaran “kahramanlar”ın ve diğer tarafta “katiller”in yaşamlarına bakın. Çok fazla ortak özellik göreceksiniz. Olmak ya da olmamak. Belki de budur tüm mesele...
Nihan Şimşek
Bir mahalle... Bıçkın delikanlısının kanlı canlı “Zirve” tırmanışı...
Bir mahalle... Dağları aştıran bir aşkın faşist itirafları...
Motorunda çiçek açan bir arabanın arka koltuğunda yeşeren bir “ilk aşk”ın mezhep ayrılıkları...
Bir adam... Yıllar önce geride bıraktığı tüm güzellikleri yok etmeye mahkûm... Ve bu güzelliklere vurgun...
Bir kadın... Yapayalnız.
Bir ağabey... Şaşkın.
Bir çocuk... Kurban.
Kuşlar... Sahipsiz kalmış.
Gazi Mahallesi çoğumuzun ana haber bültenlerindeki amansız çatışma görüntüleri eşliğinde “başka bir semt” olarak meşrulaştırdığımız meşhur bir istila alanı. Gazi Mahallesi barındırdığı farklılıklarla bir bütün, karakteri olan bir semt. Şehrin varoşlarından da farklı bir varoş. Ve varlığını filmin her karesinde hissettiren güçlü bir coğrafya. Gençleriyse öfkeli ve çaresiz. “Gelecek” zamanda kurdukları cümleler çoğumuza ancak filmlerde ya da tekinsiz zihinlerde gerçekleşebilecek türden gelirken bu cümleleri amaç edinmeleri var olmalarının başka yolu olmamasından. “Ezilen”in daima kendi çözümünü üretmesi Gazi Mahallesi’nde şiddeti en dolaysız ifade biçimi, gündelik hayatın bir parçası haline getiriyor. Kendi içindeki kutuplarında “ahlak” bazen kurtuluşa giden yolda kazanma hırsının kurbanı; bazense her şeye rağmen kişinin kendi yüreğine yasladığı bir hançer olabiliyor. En çok da birbirlerini harcıyorlar, en acımasız şekillerde, çaresizliklerindeki aynılıklara öfkeyle...
Aydın Bulut ve arkadaşları yukarıdaki mahalleliyi sağlam bir olay örgüsüne ilmik ilmik bağlayarak, derinlikli ve bir o kadar basit bir yapı ortaya koymuş. Tıpkı bir gecede dikilen duvarlardan sızan ter kokusu gibi rahatsız edici ama anlamlı.
Çöpten çıkan bir ceset mahallenin her tür usulsüzlüğü kendi usulüyle halletme alışkanlığını tetikler. Baba vaktinden önce ölen küçük oğlunun cenazesinde vaktinden önce askerden dönen diğer oğlunun vuslatını yaşar. Uykularını bölen komandoluk anılarına şimdi günlerini karartan bir kardeş katili eklenmiş ağabey Semih, yitirdiği gerçekliğin arayışındadır. Ve bu arayıştaki en yakın takipçisi ise katilin kendisi olacaktır. Semih için kimin düşman kimin dost olduğunun bilinmediği mevzilerde sırf karşındaki üniforma “düşman” diye kendini açık eden ama tetiğe her dokunuşunda da kafana “acaba”lardan bir demet güdümlü insaniyet salıveren askerlik günleri artık yerini aynı üniformaları giyen düşmanlarla dolu bir sivil yaşama bırakmıştır. Gerçekliği aramak yerine inanmayı seçenler içinse körü körüne inandıkları diğer her şey gibi sivil hayatta da komando olarak kalmak ve savaşmak vardır. Gürdal da böyle karakterlerden biridir. Saplantısı kadar oyunculuğu da güçlü bir karakter olarak karşımızda: Gül’e olan aşkıyla bu sefer biraz ürkütücü bir bülbül olarak... İnsana aşılamayacak olanı aşmak için ilahi gücü veren bir aşk bile öfke ve gözü karalığın ellerinde lanetli bir volkan gibi patlayarak çevresini tozlara, küllere dönüştürür. İnsana asıl olanın arzunun kendisi mi yoksa arzunun yöneldiği nesne mi olduğu sorusunu yeniden yeniden düşündürür. Kazanmak mı kaybetmek mi, sahip olmak mı özgür bırakmak mı, tutunduğun gerçeklik mi yoksa gerçekte var olan mı? Ne kadarına dayanabilir insan? En zoru kendine dürüst olmak mı?
Filmin bir diğer ucunda ise bambaşka bir aşk hikâyesi durur. Bu sefer rengi sararmış danteller gibi asla sözcüklere dökülmemiş ama her şeyin üstünü adeta orada hiç olmamışçasına örtmüş ve varlığından hiçbir zaman şüphe edilmemiş bir aşk hüsranı... Geçmiş zamanda kalmış ve miş’li geçmiş zamanla mahallelinin diline dolanmış bir kaybediş hikâyesi. Bir kadının beklerken tüm gençliğini ve onurunu kaybedişi. Yıllar öncedir. İlk gençlik aşkıdır. Mahallenin en güzel kızıdır. Delikanlı çok âşıktır ama –muhtemelen- kızın babası izin vermez ve kavuşamazlar. Çocuk: “Bekle” der. Fransa’ya gidip, para biriktirip ya kızı da yanına alacak ya geri dönüp evlenecektir onunla. Yıllar geçer. Kızın babası ölür. Annesi de ölür. Kız bıçkın bir mahalle delikanlısı olan pek de haz etmediği “adam olmaz” türden kardeşiyle bir başına kalır ama beklemeye devam eder. Artık beklediğini bile bilmez ama beklemekten başka bir bildiği kalmamıştır. Ve yıllar sonra adam mahalleye döner...
Tıpkı insanların tekrar eden kaderleri gibi film de bu tür yan hikâyelerle izleyiciyi şaşırtır. Çünkü tam da tüm bu hikâyelerin merkezindeki kurbanımız Veysel mahallenin en güzel kızına âşıktır. Fakat Alevi-Sünni çatışması sebebiyle aileler bu aşka rıza göstermez. Hatta karşılıklı şiddetli olaylar yaşanır. İki âşık: Aile baskısıyla sinmiş, kırılgan ve gerçekçi bir kız ile idealist ama bir o kadar da çaresiz bir çocuk... Çocuk Amerika’ya gidecektir. Para biriktirecek, kızı da alıp kaçıracaktır oraya. Ufacık bir mahalle için kulağa fazla tanıdık gelen bu hayaller de aslında tam ufacık mahallelerin bir nevi zorunlu kaçış planları değil midir? Tüm bunları gençliğinde yaşamış olan adamımız çocuğa dışarıdaki yaşamın zor olduğunu, “adamın g.tüne bıçağı dayadıklarını” anlatır. Çocuğa kalmasını öğütler. O diyalogda adamın henüz geçmişini bilmeyen izleyici garip bir ısrar hisseder adamın sözlerinin tonunda ve gözlerinde. Sanki adam basit bir “abi tavsiyesi” vermiyordur da çocuğun henüz bilmediği ama aslında hayatının en önemli dersini paylaşıyordur çocukla. Nitekim çocuğun cesedi çöpten çıktığında bu dersin de pek önemi kalmayacaktır nasılsa. Mahallenin en güzel kızı Saadet ömür boyu mutsuzluğa mahkûm edilmiştir her halükarda. Tıpkı adamın yıllar önce yurtdışına kaçarken can’ını yeğlediği Canan’ı gibi...
Peki, bir insan nasıl katil olur? Ve bu filmde katil kimdir? Tıpkı Marquez’in Kırmızı Pazartesi adlı romanındaki gibi ortada masum bir adamın katledilişi vardır ve hikâye o ölümle başlar ama öyle sağlam yan hikâyelerle dallanır budaklanır ki artık açılması gereken sır perdesi ikincil öneme sahipken hikâyelerle gün ışığına çıkması beklenen yaşamlar insanı içine çeker. Durum böyle olunca da katilin kim olduğundan çok kimin katil olduğu üzerine biraz düşünmek mecburiyettir. Sinemada, edebiyatta daima -hiç olmayacak durumlarda bile- bir yerden fırlayıp yardıma koşan, çevresindekilerin hayatlarını belki de defalarca kurtaran “kahramanlar”ın ve diğer tarafta “katiller”in yaşamlarına bakın. Çok fazla ortak özellik göreceksiniz. Olmak ya da olmamak. Belki de budur tüm mesele...
Nihan Şimşek
Nisan 25, 2009
günün (s)özü 473
Başarının sırrını bilmiyorum ama başarısızlığın yolu herkesi memnun etmeye çalışmaktan geçer.
Bill Cosby
Bill Cosby
Nisan 24, 2009
Hayat Meyat Reçetesi - İki
I. Sağanak yağmurun yağdığı bir gün şemsiyeni kapat, yağmura teslim ol ve teslimiyetin ne olduğunu öğrenmeye çalış.
II. Boğazda balık tutanları bir süre izle, aklından bir sayı tut ve seçtiğin balıkçının o kadar balık tutmasını bekle.
III. Simitçiden simit alırken o simitin yolculuğunu düşün, kim bilir sana gelene kadar nereleri dolaştı o susamlar.
II. Boğazda balık tutanları bir süre izle, aklından bir sayı tut ve seçtiğin balıkçının o kadar balık tutmasını bekle.
III. Simitçiden simit alırken o simitin yolculuğunu düşün, kim bilir sana gelene kadar nereleri dolaştı o susamlar.
girintiler ve çıkıntılar / 26
...
kızlar şirinedir,
şirinler erkek.
...
bebeğin yüreği ağlar,
dedenin yüreği dağlar.
...
misvak doğudur,
diş fırçası batı.
...
kızlar şirinedir,
şirinler erkek.
...
bebeğin yüreği ağlar,
dedenin yüreği dağlar.
...
misvak doğudur,
diş fırçası batı.
...
Nisan 23, 2009
günün (s)özü 471
Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Mustafa Kemal Atatürk
Mustafa Kemal Atatürk
Nisan 22, 2009
The Brand Gap
How to bridge the distance between business strategy and design
The Brand Gap
View more presentations from coolstuff.
günün (s)özü 470
Yarının bugünden daha iyi olacağı ümidiyle yetinmek yerine hemen bugün yarın uyandığımızda kendimizi önceki günden biraz daha iyi hissetmemizi sağlayacak bir şeyler yapabiliriz.
Edward de Bono
Edward de Bono
Dünya Günü Kutlu Olsun!
22 Nisan Dünya Günü, ilk olarak San Francisco’da 1969 yılında düzenlenen Ulusal UNESCO Konferansında John McConnell tarafından Dünyamızın yaşamı ve güzelliğini kutlayarak karşı karşıya kaldığı çevresel tehditlere dikkat çekmek amacıyla bir Dünya Günü düzenlenmesi fikri ile ortaya çıkmıştır.
John McConnell’in ilk önerdiği Dünya Günü kutlamaları için tarih ise ekinoks (gece ve gündüzün eşit olduğu) zamanı yani 21 Mart olmuştur. Daha sonra ise, çevre sorunlarına büyük bir kamuoyu ile tepki gösteren ilk hareket Wisconsin Senatörü Gaylord Nelson’un desteği ile 22 Nisan 1970 tarihinde ilk Dünya Günü kutlamaları olarak tarihe geçmiştir. Bu kutlamalara 20 milyon kişi katılmış, birçok konferanslar ve sempozyumlar düzenlenerek, çevre sorunlarına dikkat çekilerek ABD’nin ilk Temiz Hava Yasası ve Temiz Su Yasaları hazırlanmıştır.
Kaynak: Vikipedi
John McConnell’in ilk önerdiği Dünya Günü kutlamaları için tarih ise ekinoks (gece ve gündüzün eşit olduğu) zamanı yani 21 Mart olmuştur. Daha sonra ise, çevre sorunlarına büyük bir kamuoyu ile tepki gösteren ilk hareket Wisconsin Senatörü Gaylord Nelson’un desteği ile 22 Nisan 1970 tarihinde ilk Dünya Günü kutlamaları olarak tarihe geçmiştir. Bu kutlamalara 20 milyon kişi katılmış, birçok konferanslar ve sempozyumlar düzenlenerek, çevre sorunlarına dikkat çekilerek ABD’nin ilk Temiz Hava Yasası ve Temiz Su Yasaları hazırlanmıştır.
Kaynak: Vikipedi
Engelleri Kaldır
İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim ve Tasarım Bölümü son sınıf öğrencisi Rodin Alper Bingöl’ün tez projesi olarak başlayan Engellerikaldir.com, kamuoyunun, özel ve kamu kuruluşlarların yoğun ilgi ve desteğiyle tez projesi olma boyutunu aşarak, toplumsal bir hareket haline geldi. Kalbini engelleme, engelleri kaldır!” sloganı ile insan haklarına yönelen her türlü ihlalin önüne geçilmesi, “insan”ın önündeki tüm sıfatlardan ayrıştırıldığı ve sadece insan olmak sebebiyle değer gördüğü çağdaş toplum düzenine ulaşmak projenin nihai amacıdır. Gündelik yaşamdaki engellerden en çok etkilenen kesimin, ihtiyaç ve talepleri görmezden gelinen Türkiye’de yaşayan 8,5 milyon engellinin olduğu inancıyla, karşılarına çıkan her tür engelin kalıcı çözümler ile kaldırılması hedefleniyor.
Bu bir şaka değil! from Rodin Alper Bingöl on Vimeo.
Hedef kitle
* İnternet erişimi olan engelliler, aileleri ve “engelleri kaldır” sistemine dahil olmak isteyen kişiler
Hedefler
* “Kalbini engelleme, engelleri kaldır!” sloganı çerçevesinde düzenlenecek reklam kampanyası ve PR çalışması ile Türkiye’de bulunan 8,5 milyon kayıtlı engellinin ve onlara destek olan aileleriyle birlikte 20 milyon kişinin farkındalığını sağlamak. Topluma ve hayata yeterince karışamadıkları için toplum tarafından görmezden, duymazdan gelindiklerine dikkat çekmek.
* Engellilere yönelik çalışan birçok kurum ile yapılan görüşmeler sonrasında öncelikle engellilerin kullanımı doğrultusunda hazırlanan Engellerikaldir.com web sitesi aracılığıyla engellileri eğitmek, bilgi teknolojilerine hakimiyetlerini sağlamak, iletişim becerilerini geliştirmek, eğitim ve bilgiye dayalı eşitsizliği lehlerine çevirerek iş gücüne katılım oranlarını artırmak, birbirleriyle iletişime gecerek site üzerinden seslerini duyurmalarına yardımcı olmak, firmaların engellilere site üzerinden kampanyalarla ulaşımını sağlayarak engellilerin toplu katılımlarını sağlamak.
* Sitenin engellerin kaldırılmasına yardımcı olabilmesi amacıyla da engelli üyelerin engelini kaldırarak gerçekleştirmek istedikleri “iş imkanı, tekerlekli sandalye, maça gitmek, deniz görmek, seyahat etmek v.b” isteklerini paylaşıp, gönüllü üyelerin site üzerinden iletişime geçmeleri sağlanarak bu isteklerini gerçekleştirme yolunda geçici yada kalıcı olarakk engellerinin kaldırılmasına yardımcı olmaktır.
Daha fazlası için Blog ve Facebook grubu
Bu bir şaka değil! from Rodin Alper Bingöl on Vimeo.
Hedef kitle
* İnternet erişimi olan engelliler, aileleri ve “engelleri kaldır” sistemine dahil olmak isteyen kişiler
Hedefler
* “Kalbini engelleme, engelleri kaldır!” sloganı çerçevesinde düzenlenecek reklam kampanyası ve PR çalışması ile Türkiye’de bulunan 8,5 milyon kayıtlı engellinin ve onlara destek olan aileleriyle birlikte 20 milyon kişinin farkındalığını sağlamak. Topluma ve hayata yeterince karışamadıkları için toplum tarafından görmezden, duymazdan gelindiklerine dikkat çekmek.
* Engellilere yönelik çalışan birçok kurum ile yapılan görüşmeler sonrasında öncelikle engellilerin kullanımı doğrultusunda hazırlanan Engellerikaldir.com web sitesi aracılığıyla engellileri eğitmek, bilgi teknolojilerine hakimiyetlerini sağlamak, iletişim becerilerini geliştirmek, eğitim ve bilgiye dayalı eşitsizliği lehlerine çevirerek iş gücüne katılım oranlarını artırmak, birbirleriyle iletişime gecerek site üzerinden seslerini duyurmalarına yardımcı olmak, firmaların engellilere site üzerinden kampanyalarla ulaşımını sağlayarak engellilerin toplu katılımlarını sağlamak.
* Sitenin engellerin kaldırılmasına yardımcı olabilmesi amacıyla da engelli üyelerin engelini kaldırarak gerçekleştirmek istedikleri “iş imkanı, tekerlekli sandalye, maça gitmek, deniz görmek, seyahat etmek v.b” isteklerini paylaşıp, gönüllü üyelerin site üzerinden iletişime geçmeleri sağlanarak bu isteklerini gerçekleştirme yolunda geçici yada kalıcı olarakk engellerinin kaldırılmasına yardımcı olmaktır.
Daha fazlası için Blog ve Facebook grubu
Nisan 21, 2009
Bir Tat Bir Oku!
Ünlü Kullanımında Ünü Kullanmamak
Viral:Plog
Zaman Yaydan Fırlamış Ok mu?
Ferah Onat
Bugün Kim Olmak İstiyorsunuz?
Temel Aksoy
Viral:Plog
Zaman Yaydan Fırlamış Ok mu?
Ferah Onat
Bugün Kim Olmak İstiyorsunuz?
Temel Aksoy
The Lost Tribes of New York City
The latest short film from London Squared Productions. Urban Anthropologists, Andy and Carolyn London interview some of New York City's more overlooked citizens.
The Lost Tribes of New York City from Carolyn London on Vimeo.
The Lost Tribes of New York City from Carolyn London on Vimeo.
Önceleyin
Önce bir ellerin var
Yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi
ağzına kadar
Sonra yüzün,
Ardından gözlerin dudakların
Sonra herşey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üzerine koydum kuralları
Herşey işte böyle oldu önce
Cemal Süreya
Üvercinka 1954
Yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi
ağzına kadar
Sonra yüzün,
Ardından gözlerin dudakların
Sonra herşey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üzerine koydum kuralları
Herşey işte böyle oldu önce
Cemal Süreya
Üvercinka 1954
Nisan 20, 2009
23 Nisan'da Blogunuz Kimin?
Bu yıl ilk defa uygulanan bir sosyal sorumluluk kampanyasıyla blog yazarları 23 Nisan'da bir günlüğüne hem o günün anlam ve önemini yaşatmak, hem de çocuklara yazma ve paylaşma sevgisini aşılamak için bloglarını çocuklara bırakıyorlar.
Şimdiden onlarca blogda bu kampanyayla ilgili bannerları ve haberleri bulmak mümkün. Yazarak değil çizerek hatta okuma yazma çağına gelmeyen çocuklar video çekerek bu projede yer alabiliyorlar. Sadece ülkemizde değil yabancı blog yazarlarına da Dünya'da çocuklara armağan edilmiş tek bayram olan 23 Nisan'da aynı etkinliğe katılmaları için çağrıda bulunuluyor.
23 Nisan'da çocuklar 23 NİSAN'DA BU BLOG BENİM kampanyası dahilinde istedikleri her konuda yazıp çizerek o gün o bloğun sahibi olabilecekler. 23nisanblog.com üzerinden projeye katılan tüm blog sitelerini takip etmek ve projeye dahil olmak mümkün.
Bir Tat Bir Oku!
Gün gelecek, ‘blogger’ diye bi’şey kalmayacak!
A. Selim Tuncer
PR ajanslarının bloggerlara bakışı ve gazetecilik disiplini
Melih Cılga
Blogger’a Kız Yok
Ahmet Kırtok
A. Selim Tuncer
PR ajanslarının bloggerlara bakışı ve gazetecilik disiplini
Melih Cılga
Blogger’a Kız Yok
Ahmet Kırtok
Hayat Meyat Reçetesi - Bir
I. Bir pazar sabahı uyandığında kendine gülümseyerek günaydın de, mahallenizdeki fırından çıkan sıcak poğaçaları ye, çayını yalnız başına yudumlarken sessizliği dinle.
II. Rapunzel'in masalını öyle bir oku ki; ileride bu masalı dinleyecek çocukların sana hayran kalacağını düşün.
III. Sokakta gezerken söylemekten zevk aldığın parçayı ıslıkla çal, ayaklarınla müziğe tempo tut, özgürlüğün tadına bak.
II. Rapunzel'in masalını öyle bir oku ki; ileride bu masalı dinleyecek çocukların sana hayran kalacağını düşün.
III. Sokakta gezerken söylemekten zevk aldığın parçayı ıslıkla çal, ayaklarınla müziğe tempo tut, özgürlüğün tadına bak.
Nisan 17, 2009
girintiler ve çıkıntılar / 25
...
düşügüzel misin?
yoksa;
dışıgüzel misin?
...
çayın suyunu
koydum koyalı
gurbetteyim.
...
bin adım attım,
bir adım attın;
hiçbir şey
anlamadım.
bir adım attım,
bin adım attın;
kaçan kovalanırmış
anladım.
...
düşügüzel misin?
yoksa;
dışıgüzel misin?
...
çayın suyunu
koydum koyalı
gurbetteyim.
...
bin adım attım,
bir adım attın;
hiçbir şey
anlamadım.
bir adım attım,
bin adım attın;
kaçan kovalanırmış
anladım.
...
günün (s)özü 467
Başarının formülündeki en önemli içerik, insanlarla nasıl başedileceğini bilmektir.
Theodore Roosevelt
Theodore Roosevelt
Küçük Prens
Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. ve geceleri gökyüzüne bakarsın. herşeyin çok küçük olduğu gezegenimi gösteremem sana.. belki böylesi daha iyi. yıldızım senin için herhangi bir yıldız olsun. böylece gökyüzündeki bütün yıldızlara bakmayı seveceksin...
Lütfen resme çok dikkatli bakın ve onu hafızanıza iyice yerleştirin. Eğer bir gün yolunuz Afrika’ya düşerse ve Sahara Çölü’nü geçerseniz, işte tam bu noktaya geldiğinizde lütfen biraz durun. Yanınıza bir çocuk gelirse, yüzü gülüyorsa, altın sarısı saçları varsa ve soru sorulduğu zaman cevap vermiyorsa, anlarsınız kim olduğunu. O zaman, n'olursunuz, beni böyle üzgün bırakmayın, yine geldiğini yazıverin bana...
Antoine de Saint-Exupéry
Lütfen resme çok dikkatli bakın ve onu hafızanıza iyice yerleştirin. Eğer bir gün yolunuz Afrika’ya düşerse ve Sahara Çölü’nü geçerseniz, işte tam bu noktaya geldiğinizde lütfen biraz durun. Yanınıza bir çocuk gelirse, yüzü gülüyorsa, altın sarısı saçları varsa ve soru sorulduğu zaman cevap vermiyorsa, anlarsınız kim olduğunu. O zaman, n'olursunuz, beni böyle üzgün bırakmayın, yine geldiğini yazıverin bana...
Antoine de Saint-Exupéry
Nisan 16, 2009
Yanılsamalar
Ne zaman bir masaya otursak
Seninle karşı karşıya,
Masa durmadan uzuyor aramızda.
Tozlu bir yol oluyor giderek
Ve ben başlıyorum koşmaya.
Sonra bakıyorum hiç değişmemiş,
Duruyor olduğu gibi
Aramızdaki cansız masa.
Kestiremiyorum bir türlü
Uzak mısın, yoksa yakın mı bana.
Derken içimde bir korku
Başlıyor mayalanmaya.
Ve omuzumda bir kuzgun
O parlak siyahlığıyla
Alayla bakıyor suratıma.
Metin Altıok
Seninle karşı karşıya,
Masa durmadan uzuyor aramızda.
Tozlu bir yol oluyor giderek
Ve ben başlıyorum koşmaya.
Sonra bakıyorum hiç değişmemiş,
Duruyor olduğu gibi
Aramızdaki cansız masa.
Kestiremiyorum bir türlü
Uzak mısın, yoksa yakın mı bana.
Derken içimde bir korku
Başlıyor mayalanmaya.
Ve omuzumda bir kuzgun
O parlak siyahlığıyla
Alayla bakıyor suratıma.
Metin Altıok
Nisan 14, 2009
Catch-up Afiş Tasarım Yarışması
MediaCat, IAA'in Genç Profesyoneller Grubu ile işbirliği içinde, genç tasarımcılar için Catch-up adlı bir afiş tasarım yarışması başlatıyor. MediaCat'in Mayıs 2009 sayısında sonuçların duyurulacağı ilk yarışmanın teması İyimserlik satar mı?
Bu tema çerçevesinde hazırlanacak afişler MediaCat ve IAA Genç Profesyoneller Grubu tarafından değerlendirilecek, aralarından biri birinci seçilerek ödüllendirilecek. En çok beğenilen 10 afiş ise tasarımcılarının ismiyle birlikte MediaCat sayfalarında sergilenecek.
Hazırlayacağınız afiş tasarımlarını 17 Nisan Cuma gününe kadar elektronik ortamda MediaCat’ten Aşkın Baysal’a (askinbaysal@kapital.com.tr) ve IAA’den Özgür Atamer’e (ozguratamer@oyku.com.tr) ulaştırabilirsiniz.
İlk yarışmaya katılmak isteyen tasarımcılar için brief aşağıda...
İyimserlik satar mı?
İyimserlik en insani ruh hallerinden biri. O yüzden pazarlamacılar ve iletişimciler için de vazgeçilmez bir şey. Reklamlar ve diğer pazarlama mesajları mutlu ve iyimser insanlara ilişkin ayrıntılarla doludur çünkü insanlara kötümser hikayelerle bir şeyler satmak imkansız değilse bile çok zordur.Tüm bu söylenenler olağan zamanlar için geçerli. Peki krizin soğuk nefesini herkesin ensesinde hissettiği bugünlerde pazarlama ve pazarlama iletişimi konusunda iyimserlik satar mı? İçinde bulunulan bu zor günlerde iyimser mesajlar vermeye devam etmek tüketiciler tarafından nasıl algılanır?
Hazırlanacak afişlerde bütün kötü koşullara ve üzerimize yağmur gibi yağan onca kötü habere rağmen iyimserliğin vazgeçilmez bir pazarlama iletişimi enstrümanı olduğu vurgulanacak, bardağın yarısının dolu olduğunu söylemenin kriz koşullarında bile 'geçer akçe' olabileceği ifade edilecek. Kısacası afişlerde 'Evet, her şeye rağmen iyimserlik satar!' fikri yansıtılacak.
Bu tema çerçevesinde hazırlanacak afişler MediaCat ve IAA Genç Profesyoneller Grubu tarafından değerlendirilecek, aralarından biri birinci seçilerek ödüllendirilecek. En çok beğenilen 10 afiş ise tasarımcılarının ismiyle birlikte MediaCat sayfalarında sergilenecek.
Hazırlayacağınız afiş tasarımlarını 17 Nisan Cuma gününe kadar elektronik ortamda MediaCat’ten Aşkın Baysal’a (askinbaysal@kapital.com.tr) ve IAA’den Özgür Atamer’e (ozguratamer@oyku.com.tr) ulaştırabilirsiniz.
İlk yarışmaya katılmak isteyen tasarımcılar için brief aşağıda...
İyimserlik satar mı?
İyimserlik en insani ruh hallerinden biri. O yüzden pazarlamacılar ve iletişimciler için de vazgeçilmez bir şey. Reklamlar ve diğer pazarlama mesajları mutlu ve iyimser insanlara ilişkin ayrıntılarla doludur çünkü insanlara kötümser hikayelerle bir şeyler satmak imkansız değilse bile çok zordur.Tüm bu söylenenler olağan zamanlar için geçerli. Peki krizin soğuk nefesini herkesin ensesinde hissettiği bugünlerde pazarlama ve pazarlama iletişimi konusunda iyimserlik satar mı? İçinde bulunulan bu zor günlerde iyimser mesajlar vermeye devam etmek tüketiciler tarafından nasıl algılanır?
Hazırlanacak afişlerde bütün kötü koşullara ve üzerimize yağmur gibi yağan onca kötü habere rağmen iyimserliğin vazgeçilmez bir pazarlama iletişimi enstrümanı olduğu vurgulanacak, bardağın yarısının dolu olduğunu söylemenin kriz koşullarında bile 'geçer akçe' olabileceği ifade edilecek. Kısacası afişlerde 'Evet, her şeye rağmen iyimserlik satar!' fikri yansıtılacak.
Nisan 13, 2009
girintiler ve çıkıntılar / 24
...
uzun cümleleri kurmak için
kısa cümleleri kullandım.
...
kirli çamaşırlarını yıkadım,
kurusun diye darağacına astım.
...
babam yeniden doğdu,
gün gibi, barış gibi.
babam yeniden öldü,
dün gibi, savaş gibi.
...
uzun cümleleri kurmak için
kısa cümleleri kullandım.
...
kirli çamaşırlarını yıkadım,
kurusun diye darağacına astım.
...
babam yeniden doğdu,
gün gibi, barış gibi.
babam yeniden öldü,
dün gibi, savaş gibi.
...
Nisan 11, 2009
Blog Ödülleri 2009
İnternet kullanıcılarını blog yazmak konusunda cesaretlendirmeyi, bu sayede de Türk internet dünyasına özgün ve zengin içerikler kazandırmayı hedefleyen Blog Ödülleri Yarışması'na bu yıl Türkiye'nin dört bir yanından toplam 1436 blog başvurusu yapıldı. İstanbul'dan 697, Ankara'dan 160, İzmir'den 123, Bursa'dan 48, Kocaeli'nden 46 ve Antalya'dan 24 blogun kayıt olduğu yarışma yurtdışındaki blog yazarlarından da büyük ilgi gördü. Türkiye sınırları dışından başvuru yapan blogların sayısı ise 41'i buldu.
Bu yıl ikincisi düzenlenen Blog Ödüleri 2009‘da oylama süreci bugün başladı. Kazananların 2 Mayıs 2009 Cumartesi günü düzenlenecek ödül töreninde açıklanacağı yarışmanın en fazla rağbet gören kategorisi ise ‘kişisel blog' oldu.
Blogger çorbasında benim de tuzum olsun istedim ve Kişisel Bloglar kategorisinde yarışmaya katıldım. Bloguma verdiğim emeği ödüllendirmek adına da oyumu kendime verdim. Siz de e-posta ve şifrenizi girip, e-postanızı onayladıktan sonra oyunuzu kullanabilirsiniz. Yarışmaya katılan herkese başarılar dilerim, her zamanki gibi iyi olanlar kazansın!
Yarışmaya ilişkin detaylara 2009.blogodulleri.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Bu yıl ikincisi düzenlenen Blog Ödüleri 2009‘da oylama süreci bugün başladı. Kazananların 2 Mayıs 2009 Cumartesi günü düzenlenecek ödül töreninde açıklanacağı yarışmanın en fazla rağbet gören kategorisi ise ‘kişisel blog' oldu.
Blogger çorbasında benim de tuzum olsun istedim ve Kişisel Bloglar kategorisinde yarışmaya katıldım. Bloguma verdiğim emeği ödüllendirmek adına da oyumu kendime verdim. Siz de e-posta ve şifrenizi girip, e-postanızı onayladıktan sonra oyunuzu kullanabilirsiniz. Yarışmaya katılan herkese başarılar dilerim, her zamanki gibi iyi olanlar kazansın!
Yarışmaya ilişkin detaylara 2009.blogodulleri.com adresinden ulaşabilirsiniz.
Hayat bulan fikirler
Üniversite yıllarında katıldığımız, Boğaziçi Üniversitesi İşletme ve Ekonomi Kulübü tarafından düzenlenen ADventure reklamcılık yarışmasında CanCinCem adıyla Fiat Grande Punto için yaratıcı fikirlerimizi sunmuştuk. Bütünleşik pazarlama anlayışıyla toparladığımız reklam fikirlerinde özellikle mecra pazarlamasına çok dikkat etmiştik. Kampanyanın stratejisine uygun olarak hedef kitlenin algısını yakalayacak her platformu katmıştık.
Audi otomobiller için yapılan bu uygulamayı görünce sevindim. Aynı fikri kampanyamızın alternatif mecralar kısmında, sinemada gerilla olarak tasarlamıştık. Anladım ki; aradan yıllar geçse de fikirler ölmüyor, yenileniyor ve bir yerlerde hayat buluyor.
Gelmek istediğim nokta, fikirleriniz uygulanmış olsun olmasın, hafızanızın bir köşesinde saklamanız ve bir gün gerektiğinde ortaya çıkarmanız sizin faydanıza olacaktır. Haluk Mesci'nin deyimiyle bir John Ahmet defteri tutarak fikirleri her an yanında taşımak mesleğinde yaratıcı yeteneklerini kullananlar için geçerli bir tavsiye.
Audi otomobiller için yapılan bu uygulamayı görünce sevindim. Aynı fikri kampanyamızın alternatif mecralar kısmında, sinemada gerilla olarak tasarlamıştık. Anladım ki; aradan yıllar geçse de fikirler ölmüyor, yenileniyor ve bir yerlerde hayat buluyor.
Gelmek istediğim nokta, fikirleriniz uygulanmış olsun olmasın, hafızanızın bir köşesinde saklamanız ve bir gün gerektiğinde ortaya çıkarmanız sizin faydanıza olacaktır. Haluk Mesci'nin deyimiyle bir John Ahmet defteri tutarak fikirleri her an yanında taşımak mesleğinde yaratıcı yeteneklerini kullananlar için geçerli bir tavsiye.
Faydayı, Avantajı ve Özelliği Satın!
Steve Lance ve Jeff Woll, Reklamcılığın Turuncu Kitabı'nda Fark Yaratan 52 Büyük Fikir'den bahsetmişler. Rehber niteliğindeki kitabın reklamların nasıl satılması gerektiğinden bahsedildiği bölümünde önemli bulduğum şu kısmı paylaşmak istedim:
Reklamcılar satışı niçin ters yönde yaparlar ki? Genellikle bunun dört sebebi vardır:
1. Ürün ve marka imajına kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, yarattıkları şeyin tüketicinin aradığı şeyden daha önemli olduğunu zannederler. Yanlış.
2. Reklamı en son onaylayanların pazarlama ve satış konusunda eğitimleri yoktur ve bu nedenle, özelliğin ne işe yaradığını kendileri anlıyorlarsa, ortalama bir tüketicinin de anlayacağını varsayarlar. Ve ne kadar çok özellik belirtilirse, reklamın o denli daha etkili olacağına inanırlar. Yanlış.
3. Şirketin avukatları satış sürecini ele geçirmiştir ve yetkili kişileri ancak özelliklerden söz edebilecekleri ve vaatlerde bulunamayacakları konusunda ikna etmişlerdir. Yanlış.
4. Herkesin tek derdi reklamın onaylanmasıdır. Son onaylayıcı, ürünün veya hizmetin en olumlu şekilde sunulduğunu görmek isteyecektir, dolayısıyla özellikleri satmak herkesin işini kolaylaştırır. Daha az zorluk çıkarmak açısından doğru olabilir, ancak yine de... Yanlış.
Reklamcılar satışı niçin ters yönde yaparlar ki? Genellikle bunun dört sebebi vardır:
1. Ürün ve marka imajına kendilerini o kadar kaptırmışlardır ki, yarattıkları şeyin tüketicinin aradığı şeyden daha önemli olduğunu zannederler. Yanlış.
2. Reklamı en son onaylayanların pazarlama ve satış konusunda eğitimleri yoktur ve bu nedenle, özelliğin ne işe yaradığını kendileri anlıyorlarsa, ortalama bir tüketicinin de anlayacağını varsayarlar. Ve ne kadar çok özellik belirtilirse, reklamın o denli daha etkili olacağına inanırlar. Yanlış.
3. Şirketin avukatları satış sürecini ele geçirmiştir ve yetkili kişileri ancak özelliklerden söz edebilecekleri ve vaatlerde bulunamayacakları konusunda ikna etmişlerdir. Yanlış.
4. Herkesin tek derdi reklamın onaylanmasıdır. Son onaylayıcı, ürünün veya hizmetin en olumlu şekilde sunulduğunu görmek isteyecektir, dolayısıyla özellikleri satmak herkesin işini kolaylaştırır. Daha az zorluk çıkarmak açısından doğru olabilir, ancak yine de... Yanlış.
günün (s)özü 463
Yaşamak bu dünyadaki en nadir şeydir. Çoğu insan sadece varolur; sadece bu.
Oscar Wilde
Oscar Wilde
Honda: Be a doer.
Honda Doers modeli için çekilen Keep Doing başlıklı reklam filminde çevreyi korumanın önemi içerik olarak dört dörtlük anlatılmış. Ayrıca 2 boyutlu animasyon ve 3 boyutlu modellemenin başarılı bir uygulaması olmuş.
DOER HONDA from Luca Paulli on Vimeo.
DOER HONDA from Luca Paulli on Vimeo.
Geleneksel Madde Bağımlısı Avatar Yarışması
MaddeBağımlısı.com neler yapıyor? Yazarlar bir konu üzerine madde madde listeliyor, geriye dönüyor; en iyileri, en kötüleri ve daha pek çok şeyi sıraya diziyor. Belli bir konu yok, her şey maddelenebiliyor, gerekirse istek de yapılabiliyor.
Sözü fazla uzatmadan, hadi madde bağımlısı olalım!
Madde Bağımlısı sakinlerinin geçenlerde başlattığı En Birinci Avatar Yarışması sonuçlandı ve birkaç avatarla katıldığım yarışmada At-Avrat-Silah temalı avatarım en ilginç ve en yaratıcı kategorilerinde oylama sonucu birinci seçildi. Madde Bağımlısı ekibine, oy veren herkese teşekkür ediyor, 17 Nisan'da Kanyon/Kitchenette’te görüşmek üzere diyorum...
Sözü fazla uzatmadan, hadi madde bağımlısı olalım!
Madde Bağımlısı sakinlerinin geçenlerde başlattığı En Birinci Avatar Yarışması sonuçlandı ve birkaç avatarla katıldığım yarışmada At-Avrat-Silah temalı avatarım en ilginç ve en yaratıcı kategorilerinde oylama sonucu birinci seçildi. Madde Bağımlısı ekibine, oy veren herkese teşekkür ediyor, 17 Nisan'da Kanyon/Kitchenette’te görüşmek üzere diyorum...
Nisan 08, 2009
günün (s)özü 462
Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüdüğü zaman nasıl sanatçı kalacağıdır.
Pablo Picasso
Pablo Picasso
Nisan 06, 2009
23. Reklamcılar Tahtaya & Atilla Aksoy
Hem sektör çalışanlarının hem de üniversite öğrencilerinin ilgiyle takip ettiği, IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği’nin düzenlediği 23. Reklamcılar Tahtaya Eğitim Semineri 14 Mart 2009 Cumartesi günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü Fazıl Say Salonu’nda gerçekleşti.
Son dersin konuğu olan Atilla Aksoy yılların verdiği sunum tecrübesinden bahsederek sözlerine başladı ve reklamcılığın bugünlere gelen kısa tarihini anlattı. Yurtdışı deneyimini, özellikle New York’daki gezilerinde yaptığı gözlemleri anlatan Atilla Aksoy, yeni reklamcılık alanındaki ilk değişimin reklamı tarif etmekten geçtiğini söyledi.
Son derste akılda kalanlar:
- Brif geldiğinde ilk düşünülmesi gereken 30 saniyelik bir TV filminden ve basın ilanından ibaret olmamalı. Müşterilere farklı mecralarda farklı çözümler sunma zamanı geldi. Daha önce hep kitle diye baktık müşterilere. Artık daha zeki, daha eğitimli bir tüketiciyle karşı karşıyayız. Yeni reklamcılık içinde 'kitle'yi değil 'birey'i düşünmek zorundayız.
- ‘Reklam umurumda değil. Ben markamın peşindeyim.’ - Pepsi Co. CEO
- İnsanlar, zihinlerinde markaları tıpkı kuşların yuva yaptıkları gibi inşa ederler. Etrafta buldukları çer çöple doldururlar. Görme konusunda tüketicilerin zaafları var. Bu durumu dikkate almalıyız.
- Tek bir kulvar içinde kendi mesleğimize bakıyor olmamız yanlıştır. Reklam ajansları metin yazarı, sanat yönetmeni, stratejik planlamacı gibi kişilerden oluşuyor. Kaç ajansta antropolog, sosyolog, mimar ya da editör bulabilirsiniz?
- ‘Markanın ününe katkıda bulunan her şey reklamdır.’ - Chrispin Porter
- Reklamveren sadece reklam yapmanızı istemiyor. Markalarını bir resim olarak görmenizi ve her şeyiyle düşünmenizi bekliyor. Günümüzde tüketicisiyle temas noktası çok fazla ve değeri itibariyle mecralar çok önemli.
- Reklam ajansları sermaye ve fonları itibariyle küçük işletmelerdir. Bir deyişe göre reklamcılık, ‘dünyanın en konservatif(muhafazakâr) mesleği’dir.
- ‘Herkesin bizi sevmesine ihtiyacımız yok. Sadece bazılarının bizi tutkuyla sevmesine ihtiyacımız var.’ - Ben Jerry’s CEO
- Bir markada aranması gereken özellikler şunlardır:
1. Özgünlük
2. Sahicilik
3. Bağlantı (Engagement)
4. Total Müşteri Deneyimi
- Değişen medya kanalları, mecralar ve dünyayla birlikte değişmeyen tüketici içgörüsü biz reklamcıları yeni şeyler yapmaya zorluyor.
- Reklamcılığı bir bütün olarak görebilmeliyiz. Şimdiye kadar iyi işleri bazen kıskandık bazen de görmezlikten geldik. Parlayan bir ajans çıktığında bu ajans öyle büyür ki hepimizin müşterilerini elimizden alır diye düşündük. Halbuki benim imzamı taşımayan her çıkan iyi reklam bana fayda sağlar, tıpkı çıkan her kötü reklamın benden bir şey götürdüğü gibi. Çünkü reklamın kötüsü sektörü mahveder.
- Yeni reklamcılık kitabını yazma nedenim kötü reklamın iş yapmayacağını göstermekti. Yıllardır Anadolu’daki KOBİ’lere reklam yapın, markanız büyüsün dedik. Yüzlerce kategori var ve hâlâ çekingen davranıyorlar. Onlara bir şekilde reklamın gücünü, pazar büyüklüklerini ve potansiyel müşterilerin beklentilerini kanıtlamanız lazım. Bu konuda Nükhet Vardar’ın birkaç çalışması ve Effie ödülleri dışında vaka analizlerine yönelik kayda değer bir çalışma yok.
- Türkiye ekonomisi kendi kaderiyle reklam sektöründe büyüyor, sonra krizler çıkınca üzülüyoruz. Reklam pastasını devamlı büyütmenin tek yolu yeni reklamverenler yaratmaktır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin alışkanlığı olmadığı için reklama harcadıkları para onlara büyük geliyor. Cazip koşullar yaratıp medyada onlara yer vereceksin ve bu duruma alıştıracaksın. Her şeye farklı yönlerden bakabilmeliyiz ki perspektif farklılığımızı gösterelim. Mecra bizim parayla sattığımız bir mal değildir, onun değerini göstermeliyiz. Gazete sayfası ya da TV saniyesi satmak yerine, öncelikle çözüm pazarlamalıyız.
- Türkiye kapitalizm sürecine geriden başladı. Halka açılma yüzdeleri bakımından Amerika ve Batı Avrupa’nın konumuna gelemedik. Kurumsal anlamda beklenen ortam oluşmadı. Patron-yönetici ayrımında yaşıyoruz. Reklamcılar cehalet, önyargı ve korkunun önüne geçerek ve daha iyi iş yaparak bazı standartları getirebilir.
IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği Başkanı Özgür Atamer'in elinden Tema Vakfı'nın hazırladığı plaketini alan Atilla Aksoy'a Reklamcılar Tahtaya Eğitim Semineri'nde paylaştığı bilgiler için teşekkür ediyoruz.
Son dersin konuğu olan Atilla Aksoy yılların verdiği sunum tecrübesinden bahsederek sözlerine başladı ve reklamcılığın bugünlere gelen kısa tarihini anlattı. Yurtdışı deneyimini, özellikle New York’daki gezilerinde yaptığı gözlemleri anlatan Atilla Aksoy, yeni reklamcılık alanındaki ilk değişimin reklamı tarif etmekten geçtiğini söyledi.
Son derste akılda kalanlar:
- Brif geldiğinde ilk düşünülmesi gereken 30 saniyelik bir TV filminden ve basın ilanından ibaret olmamalı. Müşterilere farklı mecralarda farklı çözümler sunma zamanı geldi. Daha önce hep kitle diye baktık müşterilere. Artık daha zeki, daha eğitimli bir tüketiciyle karşı karşıyayız. Yeni reklamcılık içinde 'kitle'yi değil 'birey'i düşünmek zorundayız.
- ‘Reklam umurumda değil. Ben markamın peşindeyim.’ - Pepsi Co. CEO
- İnsanlar, zihinlerinde markaları tıpkı kuşların yuva yaptıkları gibi inşa ederler. Etrafta buldukları çer çöple doldururlar. Görme konusunda tüketicilerin zaafları var. Bu durumu dikkate almalıyız.
- Tek bir kulvar içinde kendi mesleğimize bakıyor olmamız yanlıştır. Reklam ajansları metin yazarı, sanat yönetmeni, stratejik planlamacı gibi kişilerden oluşuyor. Kaç ajansta antropolog, sosyolog, mimar ya da editör bulabilirsiniz?
- ‘Markanın ününe katkıda bulunan her şey reklamdır.’ - Chrispin Porter
- Reklamveren sadece reklam yapmanızı istemiyor. Markalarını bir resim olarak görmenizi ve her şeyiyle düşünmenizi bekliyor. Günümüzde tüketicisiyle temas noktası çok fazla ve değeri itibariyle mecralar çok önemli.
- Reklam ajansları sermaye ve fonları itibariyle küçük işletmelerdir. Bir deyişe göre reklamcılık, ‘dünyanın en konservatif(muhafazakâr) mesleği’dir.
- ‘Herkesin bizi sevmesine ihtiyacımız yok. Sadece bazılarının bizi tutkuyla sevmesine ihtiyacımız var.’ - Ben Jerry’s CEO
- Bir markada aranması gereken özellikler şunlardır:
1. Özgünlük
2. Sahicilik
3. Bağlantı (Engagement)
4. Total Müşteri Deneyimi
- Değişen medya kanalları, mecralar ve dünyayla birlikte değişmeyen tüketici içgörüsü biz reklamcıları yeni şeyler yapmaya zorluyor.
- Reklamcılığı bir bütün olarak görebilmeliyiz. Şimdiye kadar iyi işleri bazen kıskandık bazen de görmezlikten geldik. Parlayan bir ajans çıktığında bu ajans öyle büyür ki hepimizin müşterilerini elimizden alır diye düşündük. Halbuki benim imzamı taşımayan her çıkan iyi reklam bana fayda sağlar, tıpkı çıkan her kötü reklamın benden bir şey götürdüğü gibi. Çünkü reklamın kötüsü sektörü mahveder.
- Yeni reklamcılık kitabını yazma nedenim kötü reklamın iş yapmayacağını göstermekti. Yıllardır Anadolu’daki KOBİ’lere reklam yapın, markanız büyüsün dedik. Yüzlerce kategori var ve hâlâ çekingen davranıyorlar. Onlara bir şekilde reklamın gücünü, pazar büyüklüklerini ve potansiyel müşterilerin beklentilerini kanıtlamanız lazım. Bu konuda Nükhet Vardar’ın birkaç çalışması ve Effie ödülleri dışında vaka analizlerine yönelik kayda değer bir çalışma yok.
- Türkiye ekonomisi kendi kaderiyle reklam sektöründe büyüyor, sonra krizler çıkınca üzülüyoruz. Reklam pastasını devamlı büyütmenin tek yolu yeni reklamverenler yaratmaktır. Küçük ve orta ölçekli işletmelerin alışkanlığı olmadığı için reklama harcadıkları para onlara büyük geliyor. Cazip koşullar yaratıp medyada onlara yer vereceksin ve bu duruma alıştıracaksın. Her şeye farklı yönlerden bakabilmeliyiz ki perspektif farklılığımızı gösterelim. Mecra bizim parayla sattığımız bir mal değildir, onun değerini göstermeliyiz. Gazete sayfası ya da TV saniyesi satmak yerine, öncelikle çözüm pazarlamalıyız.
- Türkiye kapitalizm sürecine geriden başladı. Halka açılma yüzdeleri bakımından Amerika ve Batı Avrupa’nın konumuna gelemedik. Kurumsal anlamda beklenen ortam oluşmadı. Patron-yönetici ayrımında yaşıyoruz. Reklamcılar cehalet, önyargı ve korkunun önüne geçerek ve daha iyi iş yaparak bazı standartları getirebilir.
IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği Başkanı Özgür Atamer'in elinden Tema Vakfı'nın hazırladığı plaketini alan Atilla Aksoy'a Reklamcılar Tahtaya Eğitim Semineri'nde paylaştığı bilgiler için teşekkür ediyoruz.
günün (s)özü 461
'Binlerce fersahlık yolculuklar bile, bir adımla başlar.' diyen atasözüne 've bir haritayla...' sözcüklerini eklerdim.
Cecile M. Springer
Cecile M. Springer
eNSTaNTaNeLeR 59
* Elle basma tulumba
* Bileziği burma gelincik
* Obama pazarlama, Obama pazarlama;
Obama pazarlama, kapınızda...
* Bin atlı karınca
* Az fal, çok iş!
* Sezar'ın oyu Sezar'a
* Dün gece çok anladım,
Aradım bulamadım.
* Gözü görmez,
Gönlü durmaz.
* Bileziği burma gelincik
* Obama pazarlama, Obama pazarlama;
Obama pazarlama, kapınızda...
* Bin atlı karınca
* Az fal, çok iş!
* Sezar'ın oyu Sezar'a
* Dün gece çok anladım,
Aradım bulamadım.
* Gözü görmez,
Gönlü durmaz.
Nisan 04, 2009
günün (s)özü 460
Düşünceler iyi ve cesur olanların beyinlerinde, kollarında gelişmelidir; yoksa rüya olmaktan ileri gidemezler.
Emerson
Emerson
Alpella Ole Lansmanı
Sokak aralarındaki farklı dünyayı yansıtan Alpella Ole reklam filmi, grafittilerle renklenen, loş ışıklı mekanlarda geçiyor. Hayatın, gençliğin ve eğlencenin doyasıya yaşandığı bu sokaklar, günümüzün yeni moda çılgınlığı olmaya aday parmak performansları ile birleşiyor. Sokakların içinde dev eller, kaykay yapıyor, bisiklete biniyor, futbol oynuyor ve break dans yapıyor.
Gençliğin dinamizmini ve enerjisini yansıtan Alpella Ole, Türkiye'de bir ilki deneyerek birçok sitede aynı anda hayat bulan ilk dijital lansmanı gerçekleştirdi.
Alpella Ole Reklam Filmi from Numan Arda Çebi on Vimeo.
Parmak performansları, dünyada yükselen bir trend olarak gençler arasında yayılırken meraklıları ağırlıklı olarak parmaklarıyla futbol oynuyor, kaykay yapıyor, çeşitli dans figürlerini ustaca sergiliyor. Özellikle parmak kaykayı konusunda Almanya’da Hızlı Parmaklar Dünya Şampiyonası düzenleniyor. Alpella, yeni reklam filmi ve aktiviteleri ile bu yeni ve eğlenceli trendi, Türkiye’deki gençler ile buluşturuyor.
Göster Kendini ve Çılgın Parmak adlı iki ayrı kategori üzerinden düzenlenen kampanyaya video yükleyerek ya da Çılgın Parmak‘ın becerilerini oylayarak katılabilirsiniz. Göster Kendini kısmına kendin çektiğin en çılgın videoyu yükleyerek GittiGidiyor’dan 101 TL değerinde hediye çeki kazanabilir veya Çılgın Parmak‘ı oylayarak hergün 10 kişiye verilecek olan 49 TL değerinde GittiGidiyor hediye çekinden birini kazanabilirsiniz.
Gençliğin dinamizmini ve enerjisini yansıtan Alpella Ole, Türkiye'de bir ilki deneyerek birçok sitede aynı anda hayat bulan ilk dijital lansmanı gerçekleştirdi.
Alpella Ole Reklam Filmi from Numan Arda Çebi on Vimeo.
Parmak performansları, dünyada yükselen bir trend olarak gençler arasında yayılırken meraklıları ağırlıklı olarak parmaklarıyla futbol oynuyor, kaykay yapıyor, çeşitli dans figürlerini ustaca sergiliyor. Özellikle parmak kaykayı konusunda Almanya’da Hızlı Parmaklar Dünya Şampiyonası düzenleniyor. Alpella, yeni reklam filmi ve aktiviteleri ile bu yeni ve eğlenceli trendi, Türkiye’deki gençler ile buluşturuyor.
Göster Kendini ve Çılgın Parmak adlı iki ayrı kategori üzerinden düzenlenen kampanyaya video yükleyerek ya da Çılgın Parmak‘ın becerilerini oylayarak katılabilirsiniz. Göster Kendini kısmına kendin çektiğin en çılgın videoyu yükleyerek GittiGidiyor’dan 101 TL değerinde hediye çeki kazanabilir veya Çılgın Parmak‘ı oylayarak hergün 10 kişiye verilecek olan 49 TL değerinde GittiGidiyor hediye çekinden birini kazanabilirsiniz.
Nisan 02, 2009
Akıl Fikir Ofisi
Barış Uygur, Uykusuz'daki köşesinde içinden geldiği gibi yazıyor, çok da iyi ediyor. Tespitlerinin takipçisiyim, yazılarının elçisiyim. Devam...
Google sağolsun, gün geçtikçe mallaşıyoruz. Eskiden, birbirimize sürekli bir şey anlatırdık. Yalan yanlış da olsa, 'vay efendim, bilmem kimi şu grupta çalarken şuradan teklif gelmiş de böyle demiş' falan gibilerinden fazla önemli olmasa da muhtelif bilgileri birbirimize aktara aktara aklımızda tutardık. Şimdi bakıyorum sohbetler iki satır:
- Şöyle bir şey var, biliyor musun?
- A, neymiş o?
- Var işte, Google'da 'şöyle bir şey' yaz arat.
Tabii mevzuu Google'da var, internette yer alıyor diye oturup iyice öğrenmiyoruz da, lazım olduğu zaman bakarız diyoruz.
Dolayısıyla gelecekbilimcilerin iddia ettiği gibi gelecekte kafalarımız büyümeyecek, fasulye gibi küçülecek bence. Artık bilgi değil link depoluyoruz kafaya çünkü. İyi midir kötü müdür onu bilemem. 'İyi midir?' yazıp Google'da aratmak lazım.
Barış Uygur
Uykusuz
Google sağolsun, gün geçtikçe mallaşıyoruz. Eskiden, birbirimize sürekli bir şey anlatırdık. Yalan yanlış da olsa, 'vay efendim, bilmem kimi şu grupta çalarken şuradan teklif gelmiş de böyle demiş' falan gibilerinden fazla önemli olmasa da muhtelif bilgileri birbirimize aktara aktara aklımızda tutardık. Şimdi bakıyorum sohbetler iki satır:
- Şöyle bir şey var, biliyor musun?
- A, neymiş o?
- Var işte, Google'da 'şöyle bir şey' yaz arat.
Tabii mevzuu Google'da var, internette yer alıyor diye oturup iyice öğrenmiyoruz da, lazım olduğu zaman bakarız diyoruz.
Dolayısıyla gelecekbilimcilerin iddia ettiği gibi gelecekte kafalarımız büyümeyecek, fasulye gibi küçülecek bence. Artık bilgi değil link depoluyoruz kafaya çünkü. İyi midir kötü müdür onu bilemem. 'İyi midir?' yazıp Google'da aratmak lazım.
Barış Uygur
Uykusuz
23. Reklamcılar Tahtaya & Zeynel Abidin Ağgül
Hem sektör çalışanlarının hem de üniversite öğrencilerinin ilgiyle takip ettiği, IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği’nin düzenlediği 23. Reklamcılar Tahtaya Eğitim Semineri 14 Mart 2009 Cumartesi günü Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü Fazıl Say Salonu’nda gerçekleşti.
Öğleden sonraki dersin ilk konuğu ünlü reklam fotoğrafçısı Zeynel Abidin Ağgül kendisinden bahsederek sözlerine başladı. Gelen sorular eşliğinde oldukça keyifli bir sohbet oldu.
3. dersten akılda kalanlar ise şöyle:
- Geçmişte çekmiş olduğum fotoğrafları beğenmiyorum. Çünkü, dün ne çektiysek bugün bir adım önde olmalıyız. Çekerken en iyisini yaptığınızı düşünüyorsunuz, sonradan fotoğraflara baktığınızda daha iyisini çekebilirim diyorsunuz.
- 10 yıldır dijital fotoğraf makinesi kullanıyorum, ilk kullananlardan biriyim. Her fotoğrafçının bir gün dijitali tadacağını düşünüyorum. Teknolojinin yeniliklerine bir şekilde ayak uydurmak zorundasınız yoksa geride kalıyorsunuz. Dünya dijitale gidiyorsa ve 65 milyon piksel çıktıysa bunu görmezlikten gelemezsiniz.
- Reklam fotoğrafçısı her şeyi düşünmek zorundadır. Markaya, platforma, modele, ışığa, aklınıza gelen her özelliğe dikkat etmelidir. Ayrıca fotoğrafa teknik olarak müdahale etmek her fotoğrafçının yaptığı bir şeydir. Bunu yıllarca ‘photoshop’ olarak dile getirdiler, halbuki o bir markadır. Aslında uygulanan şey retouch(rötuş) adı verilen ve fotoğrafçılığın olduğu günden beri var olan bir tekniktir.
- İş seçmekten yana değilim. İş seçmeye başlarsanız, iş de sizi seçmeye başlıyor. Size verilen yetenek de ihanet etmeye başlıyor. Her çalıştığım insandan yeni bir şey öğreniyorum ve kendimi geliştiriyorum. Birilerinin hayatımı değiştirebileceğine inanıyorum. Söyleyene değil, söyletene bakacaksın.
- Fotoğraf çekerken hiçbir kuralım yok. Kadının cinsel obje gibi kullanılmasından nefret ediyorum. Kadınlar var olduğu sürece bunun önüne insanoğlunun geçebileceğini sanmıyorum. Trendleri takip etmiyorum, trendler benim içime doğuyor ama teknolojiyi takip ediyorum. İnternetle aram pek yok, fotoğrafçı ismi de bilmem.
- Gerçekten işimi çok seviyorum, hiçbir işi para için yapmıyorum. Zevk ve şöhret için yeteneğimi kullanmak istemiyorum. Kendi öz kaynağımı kullanmak ve insanlara bunu yansıtmak için çabalıyorum. Karşımdakinin ışığını ayna misali yansıtmak istiyorum.
- Basın fotoğrafçısı olmayı ve savaş fotoğrafları çekmeyi isterdim. Çünkü benim fotoğraflarımda gerçek duygu yok, ortada bir rol var ve oynanıyor. Yönlendirme ile fotoğrafların şekli belirleniyor. Gerçek duyguların olduğu ve fotoğraf anının yaşandığı çekimler yapmayı, bir sergi ya da kurgunun herhangi bir duyguyu temsil etmesini ve insanlara anlatacak bir derdinin olmasını isterdim.
- İstanbul’dan fazla beslenmiyorum ama İstanbul bana şunu öğretti: Elde ettiklerini, 15 milyonluk koca şehirdekiler sana verdi, bunun kıymetini bilmelisin. Memleketim her zenginliğiyle çok güzel ve burada fotoğrafçı olmaktan çok mutluyum.
- Elimin kolumun nerede olduğunu biliyorum, kendimi sürekli takip ediyorum ve bunun farkındayım. İşler yolunda gitmediğinde dışarı çıkıp biraz hava alıyorum. Model çekerken setten birilerini gönderiyorum. Bazen frekansı bozan kişilerin olduğunu düşünüyorum. Detektör gibi onu bulup sorunu çözmeniz lazım. Ortamın elektriğini bozan kişileri dışarı çıkardıktan sonra derin nefes alarak kaldığım yerden işime devam ediyorum.
IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği Başkanı Özgür Atamer'in elinden Tema Vakfı'nın hazırladığı plaketini alan Zeynel Abidin Ağgül'e Reklamcılar Tahtaya Eğitim Semineri'nde paylaştığı bilgiler için teşekkür ediyoruz.
Öğleden sonraki dersin ilk konuğu ünlü reklam fotoğrafçısı Zeynel Abidin Ağgül kendisinden bahsederek sözlerine başladı. Gelen sorular eşliğinde oldukça keyifli bir sohbet oldu.
3. dersten akılda kalanlar ise şöyle:
- Geçmişte çekmiş olduğum fotoğrafları beğenmiyorum. Çünkü, dün ne çektiysek bugün bir adım önde olmalıyız. Çekerken en iyisini yaptığınızı düşünüyorsunuz, sonradan fotoğraflara baktığınızda daha iyisini çekebilirim diyorsunuz.
- 10 yıldır dijital fotoğraf makinesi kullanıyorum, ilk kullananlardan biriyim. Her fotoğrafçının bir gün dijitali tadacağını düşünüyorum. Teknolojinin yeniliklerine bir şekilde ayak uydurmak zorundasınız yoksa geride kalıyorsunuz. Dünya dijitale gidiyorsa ve 65 milyon piksel çıktıysa bunu görmezlikten gelemezsiniz.
- Reklam fotoğrafçısı her şeyi düşünmek zorundadır. Markaya, platforma, modele, ışığa, aklınıza gelen her özelliğe dikkat etmelidir. Ayrıca fotoğrafa teknik olarak müdahale etmek her fotoğrafçının yaptığı bir şeydir. Bunu yıllarca ‘photoshop’ olarak dile getirdiler, halbuki o bir markadır. Aslında uygulanan şey retouch(rötuş) adı verilen ve fotoğrafçılığın olduğu günden beri var olan bir tekniktir.
- İş seçmekten yana değilim. İş seçmeye başlarsanız, iş de sizi seçmeye başlıyor. Size verilen yetenek de ihanet etmeye başlıyor. Her çalıştığım insandan yeni bir şey öğreniyorum ve kendimi geliştiriyorum. Birilerinin hayatımı değiştirebileceğine inanıyorum. Söyleyene değil, söyletene bakacaksın.
- Fotoğraf çekerken hiçbir kuralım yok. Kadının cinsel obje gibi kullanılmasından nefret ediyorum. Kadınlar var olduğu sürece bunun önüne insanoğlunun geçebileceğini sanmıyorum. Trendleri takip etmiyorum, trendler benim içime doğuyor ama teknolojiyi takip ediyorum. İnternetle aram pek yok, fotoğrafçı ismi de bilmem.
- Gerçekten işimi çok seviyorum, hiçbir işi para için yapmıyorum. Zevk ve şöhret için yeteneğimi kullanmak istemiyorum. Kendi öz kaynağımı kullanmak ve insanlara bunu yansıtmak için çabalıyorum. Karşımdakinin ışığını ayna misali yansıtmak istiyorum.
- Basın fotoğrafçısı olmayı ve savaş fotoğrafları çekmeyi isterdim. Çünkü benim fotoğraflarımda gerçek duygu yok, ortada bir rol var ve oynanıyor. Yönlendirme ile fotoğrafların şekli belirleniyor. Gerçek duyguların olduğu ve fotoğraf anının yaşandığı çekimler yapmayı, bir sergi ya da kurgunun herhangi bir duyguyu temsil etmesini ve insanlara anlatacak bir derdinin olmasını isterdim.
- İstanbul’dan fazla beslenmiyorum ama İstanbul bana şunu öğretti: Elde ettiklerini, 15 milyonluk koca şehirdekiler sana verdi, bunun kıymetini bilmelisin. Memleketim her zenginliğiyle çok güzel ve burada fotoğrafçı olmaktan çok mutluyum.
- Elimin kolumun nerede olduğunu biliyorum, kendimi sürekli takip ediyorum ve bunun farkındayım. İşler yolunda gitmediğinde dışarı çıkıp biraz hava alıyorum. Model çekerken setten birilerini gönderiyorum. Bazen frekansı bozan kişilerin olduğunu düşünüyorum. Detektör gibi onu bulup sorunu çözmeniz lazım. Ortamın elektriğini bozan kişileri dışarı çıkardıktan sonra derin nefes alarak kaldığım yerden işime devam ediyorum.
IAA Uluslararası Reklamcılık Derneği Başkanı Özgür Atamer'in elinden Tema Vakfı'nın hazırladığı plaketini alan Zeynel Abidin Ağgül'e Reklamcılar Tahtaya Eğitim Semineri'nde paylaştığı bilgiler için teşekkür ediyoruz.
Sürreel Fotoğraflar
Reklamcılıkta özellikle basın ilanlarında kullanılan sürreel fotoğrafların yaratıcılıktaki payı büyüktür. Fikir üreten kişi bu sayede sınırsız olduğunu düşünür ve daha farklı işlere imza atabilir. Jean-Yves Lemoigne'ın sıradışı işlerini gördüğünüzde bana hak vereceğinizi umuyorum.
Daha fazlası için buradan buyurun.
Daha fazlası için buradan buyurun.
günün (s)özü 459
Bir fikir eski unsurların yeni kombinasyonundan başka bir şey değildir. Bu, belki de fikir üretimi ile ilgili en önemli noktadır.
James Webb Young
James Webb Young
Swiss Skydive : Asansör
Advertising Agency: Wirz/BBDO, Switzerland
Creative Director: Matthias Freuler
Art Directors: Kim Sokola, Rahel Boesinger
Released: January 2009
Tüketicinin Konumu
Buzz marketing, guerilla marketing, viral marketing, word-of-mouth marketing... Pazarlama dünyasından aldığımız bu terimler hayatımıza gireli çok oldu. Markalar, televizyon ve basın reklamcılığının alternatifi ya da bütünleyicisi olarak tüketicinin zihninde yer edebilmek için pazarlamanın her türlü nimetinden yararlanmayı deniyor.
Hedef pazarın zihninde kendi algısını oluşturmak isteyen bazı markalar konumlandırma stratejisini kullanıyor. Benzer kategoride yer alan rakiplerin algılanmasıyla bağlantılı bir şekilde bir şirketin, ürünün veya hizmetin hakkında pazardaki ortak algıyı yönlendirmek amacıyla adımlar atılıyor.
Medya kampanyalarına stratejik olarak baktığınızda artık verilen mesajın ne olduğundan çok nerede verildiği önemli kabul ediliyor. Çünkü tüketiciler kitle halinde belli yerlerde marka mesajlarıyla karşılaşıyorlar. Binlerce mesajın içinde kafası karışan tüketicinin algısını markaya çekmek için konumundan faydalanmak gerekiyor.
Tıpkı yıllar önce McLuhan'ın 'Mecra, mesajdır.' sözünde belirttiği gibi iletişimin yönü markadan tüketiciye doğru kayıyor, analog yerini diyaloga bırakıyor. Bu durum etkileşimli pazarlamayı zorunlu hale getiriyor. Tüketicisiyle konuşan, onlarla ortak bir platformda buluşabilen ve mesajlarını hedef kitlesinin konumuna göre belirleyenler kazanıyor.
Hedef pazarın zihninde kendi algısını oluşturmak isteyen bazı markalar konumlandırma stratejisini kullanıyor. Benzer kategoride yer alan rakiplerin algılanmasıyla bağlantılı bir şekilde bir şirketin, ürünün veya hizmetin hakkında pazardaki ortak algıyı yönlendirmek amacıyla adımlar atılıyor.
Medya kampanyalarına stratejik olarak baktığınızda artık verilen mesajın ne olduğundan çok nerede verildiği önemli kabul ediliyor. Çünkü tüketiciler kitle halinde belli yerlerde marka mesajlarıyla karşılaşıyorlar. Binlerce mesajın içinde kafası karışan tüketicinin algısını markaya çekmek için konumundan faydalanmak gerekiyor.
Tıpkı yıllar önce McLuhan'ın 'Mecra, mesajdır.' sözünde belirttiği gibi iletişimin yönü markadan tüketiciye doğru kayıyor, analog yerini diyaloga bırakıyor. Bu durum etkileşimli pazarlamayı zorunlu hale getiriyor. Tüketicisiyle konuşan, onlarla ortak bir platformda buluşabilen ve mesajlarını hedef kitlesinin konumuna göre belirleyenler kazanıyor.
Nisan 01, 2009
Mabona Origami
Origami In the Pursuit of Perfection from MABONA ORIGAMI on Vimeo.
Daha fazla bilgi ve diğer videolar için tıklayın!
günün (s)özü 458
Aşk bile salt fizyolojik bir sorundur. Bizim öz irademizle hiç ilişiği yoktur. Gençler sadık kalmak isterler, kalamazlar; yaşlılar sadakatsizlik etmek isterler, edemezler. Söylenecek söz bundan ibaret.
Oscar Wilde
Oscar Wilde
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)