Bir zamanlar hayatı toz pembe görürdüm. Ne güzel günlermiş onlar. Her şey gözüme güzel görünürdü. Çok mutluydum. Hiç başka türlüsü olmaz gibi gelirdi. Şimdi her şey geride kaldı. Hayatım çok renksiz. Ne yapmalı, bilmiyorum. Bütün günlerim, birbirinin aynı. Hayatım, alışkanlıklar zincirine dönüştü. Şöyle başımı alıp kaçma isteğim bile yok. Öyle bıkkınım.
Hayatın renklerini hiç düşündünüz mü?
Mutluluğun toz pembesiyle, mutsuzluğun simsiyahlığından başka renk yokmuş gibi davranırız. Bir de renksizlik. Oysa, hayatın her döneminin renkleri vardır. Toz pembe ile siyah arasında doğanın nice rengi oynaşır durur.
İçimizden fışkıran bir sevinç an'ının şafak kırmızısı nasıl da sarıverir bizi? Her yanımız nasıl canlı, nasıl sıcaktır? Umudumuz, birdenbire kırıldığında nasıl da soluverir? Bir kahverenginin kendi içinde kıvrılmış hüznünü duyarız. Belki de içimizde bilmediğimiz bir ressam, nerede oturduğunu bilmediğimiz bir ışıkçı var. Yaşadığımız her an'ın, her duygunun, her düşüncenin renklerini, ışıklarını değiştiren, parlatan, soluklaştıran, canlandıran, söndüren, bilmediğimiz varlık.
Bazen bir günün içinde nice renkler vardır. Limon sarısı başlayan bir güne, sevdiğiniz biri bir avuç leylak rengi katıverir; arkadan, pembeler ile maviler yarışır. Hayatınız renklenir. Bazen de canlı kırmızıyla başlayan bir günümüz, tatsız bir olayla grileşir; sonra tatsızlıklar düzelir; geri kalan dilimi uçuk mavi yaşarız. Her günümüzün içine bir pembe noktacık koyabilmeyi, bir tutam mavi serpivermeyi, biraz filiz yeşili katabilmeyi başarsak…
Nedir peki hayatımıza biraz nenk katmak? Alışkanlıkların içinde kaybettiğimiz duygularımızı, biraz canlandırmak. Yılların içinde fark etmez olduğumuz eşimizi, biraz değiştirmek.
Oysa, içimizin renklerini görmeyi bilmeliyiz. Pembelerimizi boğan nedir? Mavilerimizi örten nedir? Beyazımızı neler kirletiyor? Asıl renklerimiz nelerdir? Bizi biz yapan renkler. Önce, bu renkleri görmeyi, tanımayı başarmalıyız. Sonra da ayrıkotlarının bastığı bir çiçek tarhı gibi bizi sarartan, karartan renkleri bulmayı, ayıklamayı başarmalıyız. Bunu yapabildiğimiz zaman, kendi rengimiz, kendi ışığımız, hayatın renklerine ışıklarına karışacak, canlanacak, parlayacaktır.
Kendimizi günlerin süregiden akışına bırakmazsak, yaşama isteğimizin farkına varırsak, kendimizi geliştirmeyi bilirsek, kendimizi yenilemeyi hayata saygı olarak görürsek, bunu başarabiliriz. O zaman görürüz ki biz kendi renklerimizi bilmezmişiz; bunlara uyan renkleri görmezmişiz.
Her insan, bir renk cümbüşüdür. Hayatın insana verdiği renklerden daha fazlasını, insan hayata verir. Doğada güneşin doğması ve batması için bir gün gereklidir. Ama düşünsenize, insanın içindeki güneşin doğması ve batması bir günde kaç kez olabilir? Kendi renklerimizi göremezsek, bu renkleri nasıl canlı tutacağımızı bilemezsek, her şeyi başkalarından beklememiz kaçınılmaz olur. Beklediklerimiz gerçekleşmeyince de umutsuzluğun grisi, siyahı bizi sarar.
Oysa, güneşimiz de dolunayımız da içimizdedir. Renkleri karıştırmak, açmak, koyultmak elimizdedir. Yeter ki hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyelim. Hayatı kendi renklerimizle yoğuralım; hayata kendi renklerimizi katalım. Bu da kendimizi, kişiliğimizi geliştirmekle olacaktır. Yaşama cesaretimiz, hayatı görebilme gücümüz, yaratma gücümüz, ışığımızı parlaklaştıracak, renklerimizi ortaya çıkaracaktır.
Unutmayalım. Hayat, yaşama cesareti olanları sever.
Erdal Atabek