Haziran 30, 2007

eNSTaNTaNeLeR 20

* Türk! Övün! Çalış! İlk üçe gir!

* Doğrucu Davutlar Beldesi

* Önemli olan iyi mezuniyet...

* Aşkımı çaldılar! Hükümsüzdür!

* Bi adam vardı, başı sıkışan.
Bi mafya geldi, sıkışma bitti.

* Söz uçar, tadı kalır!

* Mühim olan insancık...

* Sensizlik korkusu; sessizlik ordusu.

Haziran 29, 2007

GSU52

günün (s)özü 152

Bütün mutsuzluklar, yokluktan değil çokluktan ileri gelir.

Tolstoy

Dalga



I

Mesut sanmak için kendimi
Ne kâğıt isterim, ne kalem;
Parmaklarımda cıgaram,
Dalar giderim mavisinden içeri
Karşımda duran resmin

Giderim, deniz çeker;
Deniz çeker, dünya tutar.
İçkiye benzer bir şey mi var,
Bir şey mi var ki havada
Deli eder insanı, sarhoş eder?

Bilirim, yalan, hepsi yalan;
Taka olduğum, tekne olduğum yalan;
Suların kaburgalarımdaki serinliği,
İskotada uğuldayan rüzgâr,
Haftalarca dinmeyen motor sesi,
Yalan.

Ama gene de,
Gene de güzel günler geçirebilirim;
Geçirebilirim bu mavilikte,
Suda yüzen karpuz kabuğundan farksız,
Ağacın gökyüzüne vuran aksinden,
Her sabah erikleri saran buğudan,
Buğudan, sisten, ışıktan, kokudan...

II

Ne kâğıt yeter ne kalem,
Mesut sanmam için kendimi.
Bunların hepsi...hepsi fasafiso.
Ne takayım, ne tekneyim.
Öyle bir yerde olmalıyım,
Öyle bir yerde olmalıyım ki,
Ne karpuz kabuğu gibi,
Ne ışık, ne sis, ne buğu gibi...
İnsan gibi.

Orhan Veli Kanık

Haziran 27, 2007

günün (s)özü 151

Hayatımızda işlediğimiz hataların çoğu, düşünmemiz gereken yerde hissetmekten, hissetmemiz gereken yerde düşünmekten ileri gelmektedir.

John Colbins

Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması - 2007 Sonuçları



Timsah Paradoksu

Bir annenin elinden çocuğunu kapan timsah, çocuğa ne yapacağını annenin bilmesi durumunda çocuğu vereceğini söyler. Anne, timsaha çocuğunu yiyeceğini söyler, böylelikle meydana gelen paradoksal durum sonucunda çocuğunu kurtarır.

Şöyle ki, timsah çocuğu yiyecekse anne timsahın ne yapacağını bilmiş olacak ve timsah çocuğu teslim edecek ancak çocuk teslim edilince anne timsahın ne yapacağını bilememiş olacak; timsah çocuğu yemeyecekse anne bilemediğinden çocuğu yiyecek ama o zaman anne timsahın yapacağının bilmiş olacak ve bu yüzden yememesi gerekecek.
Kısaca, bu iki durumda da timsah çocuğu ne yiyebilir ne de yiyemez.

Haziran 26, 2007

günün (s)özü 150

Elbette eski dost gibisi yoktur ama belki eski bir dosta dönüşecek, yeni birine rastlayabilirsiniz.

Orne Jewett

Hayatımızın Renkleri

Bir zamanlar hayatı toz pembe görürdüm. Ne güzel günlermiş onlar. Her şey gözüme güzel görünürdü. Çok mutluydum. Hiç başka türlüsü olmaz gibi gelirdi. Şimdi her şey geride kaldı. Hayatım çok renksiz. Ne yapmalı, bilmiyorum. Bütün günlerim, birbirinin aynı. Hayatım, alışkanlıklar zincirine dönüştü. Şöyle başımı alıp kaçma isteğim bile yok. Öyle bıkkınım.

Hayatın renklerini hiç düşündünüz mü?

Mutluluğun toz pembesiyle, mutsuzluğun simsiyahlığından başka renk yokmuş gibi davranırız. Bir de renksizlik. Oysa, hayatın her döneminin renkleri vardır. Toz pembe ile siyah arasında doğanın nice rengi oynaşır durur.

İçimizden fışkıran bir sevinç an'ının şafak kırmızısı nasıl da sarıverir bizi? Her yanımız nasıl canlı, nasıl sıcaktır? Umudumuz, birdenbire kırıldığında nasıl da soluverir? Bir kahverenginin kendi içinde kıvrılmış hüznünü duyarız. Belki de içimizde bilmediğimiz bir ressam, nerede oturduğunu bilmediğimiz bir ışıkçı var. Yaşadığımız her an'ın, her duygunun, her düşüncenin renklerini, ışıklarını değiştiren, parlatan, soluklaştıran, canlandıran, söndüren, bilmediğimiz varlık.

Bazen bir günün içinde nice renkler vardır. Limon sarısı başlayan bir güne, sevdiğiniz biri bir avuç leylak rengi katıverir; arkadan, pembeler ile maviler yarışır. Hayatınız renklenir. Bazen de canlı kırmızıyla başlayan bir günümüz, tatsız bir olayla grileşir; sonra tatsızlıklar düzelir; geri kalan dilimi uçuk mavi yaşarız. Her günümüzün içine bir pembe noktacık koyabilmeyi, bir tutam mavi serpivermeyi, biraz filiz yeşili katabilmeyi başarsak…

Nedir peki hayatımıza biraz nenk katmak? Alışkanlıkların içinde kaybettiğimiz duygularımızı, biraz canlandırmak. Yılların içinde fark etmez olduğumuz eşimizi, biraz değiştirmek.

Oysa, içimizin renklerini görmeyi bilmeliyiz. Pembelerimizi boğan nedir? Mavilerimizi örten nedir? Beyazımızı neler kirletiyor? Asıl renklerimiz nelerdir? Bizi biz yapan renkler. Önce, bu renkleri görmeyi, tanımayı başarmalıyız. Sonra da ayrıkotlarının bastığı bir çiçek tarhı gibi bizi sarartan, karartan renkleri bulmayı, ayıklamayı başarmalıyız. Bunu yapabildiğimiz zaman, kendi rengimiz, kendi ışığımız, hayatın renklerine ışıklarına karışacak, canlanacak, parlayacaktır.

Kendimizi günlerin süregiden akışına bırakmazsak, yaşama isteğimizin farkına varırsak, kendimizi geliştirmeyi bilirsek, kendimizi yenilemeyi hayata saygı olarak görürsek, bunu başarabiliriz. O zaman görürüz ki biz kendi renklerimizi bilmezmişiz; bunlara uyan renkleri görmezmişiz.

Her insan, bir renk cümbüşüdür. Hayatın insana verdiği renklerden daha fazlasını, insan hayata verir. Doğada güneşin doğması ve batması için bir gün gereklidir. Ama düşünsenize, insanın içindeki güneşin doğması ve batması bir günde kaç kez olabilir? Kendi renklerimizi göremezsek, bu renkleri nasıl canlı tutacağımızı bilemezsek, her şeyi başkalarından beklememiz kaçınılmaz olur. Beklediklerimiz gerçekleşmeyince de umutsuzluğun grisi, siyahı bizi sarar.

Oysa, güneşimiz de dolunayımız da içimizdedir. Renkleri karıştırmak, açmak, koyultmak elimizdedir. Yeter ki hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmeyelim. Hayatı kendi renklerimizle yoğuralım; hayata kendi renklerimizi katalım. Bu da kendimizi, kişiliğimizi geliştirmekle olacaktır. Yaşama cesaretimiz, hayatı görebilme gücümüz, yaratma gücümüz, ışığımızı parlaklaştıracak, renklerimizi ortaya çıkaracaktır.

Unutmayalım. Hayat, yaşama cesareti olanları sever.

Erdal Atabek

Park etme, farket!

Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim

Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici -hep, hep acele işi!-
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezberledim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu
40'ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a
Bir helalleşmek ister elbet, diğ'mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

Can Yücel

GSU51

Haziran 24, 2007

günün (s)özü 149

Ne üstün zekâ, ne hayal gücü ne de her ikisi beraber, bir dâhi yapmaya yeter. Sevgi, sevgi, sevgi.. İşte bu dehanın ta kendisidir.

Mozart

Kristal Elma Manifestosu

19. Kristal Elma Ödül Töreni 27 Haziran 2007'de Parkorman'da...



Yaratıcılık: Gerçek, Özgün, Değerli.

Yaratıcılık artık sadece reklamcılığa ait bir değer değil. Tüm sektörlerin, tüm işletmelerin hatta tüm çalışanların olmazsa olmazı. Peki mesleği yaratıcılık olan bizler, nasıl farklılaşacağız?

2000’li yılların bu problemine çözüm bulmanın hatta bir vizyon oluşturmanın zamanı geldi. Çünkü ancak bu çözüm ve vizyonla sektörümüzü geleceğe taşıyabiliriz.

Ülkemizde yeni markalar yaratmalıyız. Onları deneyim ve cesaretimizle bölgesel ve küresel markalar haline getirmeliyiz.

Biz bu noktada Kristal Elma’nın kilit bir rolü olduğuna, onun etki gücünü kullanarak sektörü ileriye taşıyabileceğimize inanıyoruz.

İçinde bulunduğumuz dünya ve Kristal Elma’nın 2010 vizyonu bunu gerektiriyor.

Gerçek Yaratıcılık

Başka dallarda yaratıcılık serbestçe uygulanabilirken bizim işimiz daha zor. Biz bir hedef doğrultusunda yaratıcı üretim yapıyoruz. Yani mesleğimiz için gerçek ve değerli olan bu.

İhtiyacımız olan reklamcıların yarışmalar için özel işler üretmesi veya kendi aralarındaki bir oyundan daha çok; başarılar sağlayan, reklamverenin yaratıcı işlere olan iştahını artıran, genç yaratıcıları yüreklendiren, sektörümüzü geliştiren fikirler.

İşte bu yüzden gerçek markalar için gerçek yaratıcılık, amaca yönelik yaratıcılık bizim için temel şarttır. Biz de onu koruyabilmek için çalışacağız.

Özgün Yaratıcılık

Yaratıcılık bizim en önemli gücümüz. Ona gerekli değeri vermeliyiz. Vermeliyiz ki, değerinin karşılığını hakkıyla alabilelim.

İşte bu yüzden özgün yaratıcılık bizim için temel şarttır. Biz de onu koruyabilmek için bazı önemli yenilikler getirdik.

A- Ön Değerlendirme tüm üyelerin ve başvuran ajansların katılımıyla açık yapılacak. Böylece askı süresini beklemeden fikirlerin özgünlüğü hakkında ajanslarla haberleşme imkanımız olacak. Özgünlükle ilgili bilgiler bize ulaştıkça, değerlendirmenin kalitesi artacak. Üstelik tüm bunların yanında seçici kurul da sayısal olarak genişleyecek.

B- Fikirlere yönelik ihlaller, özgün olmayan uygulamalar Yönetim Kurulumuzca açık olarak duyurulacak ve sektörle paylaşılacak.

Değerli Yaratıcılık

Gecelerimizi gündüzlerimizi verdiğimiz işimize gereken saygıyı, gereken değeri kazandırabilmek sektörümüz için çok önemli. Böylece sektörün kendine güveni, başarıları ve doğal olarak değeri artacaktır.

Üstelik her değerli yaratıcı işin arkasında cesaretli bir reklamveren, cesaretli bir yaratıcı ekip vardır.

İşte bu yüzden değerli yaratıcılık da, cesaretli reklamverenlerin sayısını artırmak da bizim için temel şarttır. Bu konularda aşağıdaki yenilikleri getirdik.

A- Kazanan işleri, reklamverenleri, üreten ekipleri basın ilanı ile kamuoyuna duyurmak.

B- Kazanan işleri, Yaratıcı Cesaret kitabında bir araya getirmek.

C- Kristal Elma’ya yeni ödül eklemek:

Yılın Kristal Ajansı

Artık yaratıcılık, değerlerine daha çok sahip çıkmalı.
"Gerçek, özgün ve değerli” onun vazgeçilmezi olmalı. Çünkü artık Kristal Elma 2010’da uluslararası bir festival olmaya hazır olmalı.

Bir de...

Alaveresiye yaşamaya alıştık
İkimiz de...
Vurgun yemeyi iyi biliyoruz
Gözlere hitap etmeyi
Bir de...
Sen kendinden yanasın
Ben kendimden yana
Yan yanayız
Yine de...
Aşkı düşlerken
Boşluğa düştük!
Birbirimizi düşlerken
Uzaklara...
Özlem, daha çok özlem
Peşindeyiz...
Biz bu işi biliyoruz
Sevebilmeyi
Bir de...

Haziran 22, 2007

Yorumsuz XXVII

günün (s)özü 148

Kendimizi neyle ve nasıl tanımlarsak öyle olmaya meylederiz. Düşündüğümüz şey yavaş yavaş bilinçaltında kalıplaşır ve gerçek bir deneyimle kendini gösterir.

Ernes Holmes

Haziran 21, 2007

'Gencim'de zafer Galatasaraylıların


MİLLİYET'in Aydın Doğan Vakfı "Genç İletişimciler Yarışması"nda ödül alan iletişim fakültesi öğrencileriyle yürüttüğü genç gazete projesinde yarışan 11 üniversitenin birincisi Galatasaray Üniversitesi oldu.

15 Mart'tan itibaren sırasıyla Marmara, Bilgi, Ege, İstanbul, Mersin, İstanbul Ticaret, Selçuk, Galatasaray, Akdeniz, Yeditepe ve Anadolu Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı 11 ayrı "Gencim" gazetesi, Nurcan Akad başkanlığında Ali Acar, Doğan Akın, Deniz Alphan, Nail Güreli, Doğan Heper, Emre Oral ve Harun Simavi'den oluşan jüri tarafından değerlendirildi.



Birbirinden ilginç konular ve dinamik tasarımlardan oluşan gazeteler arasında seçim yapmakta zorlanan jüri, "Net mesajları, güncelliği, iyi seçilmiş zengin haber yelpazesi, özenli mizanpajı- yaratıcı görselliği, toplumsal sorunlara duyarlılığı ve gazeteye egemen olan genç bakış açısı" gibi kriterleri göz önünde bulundurarak, Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı "Gencim" gazetesini en başarılı gençlik gazetesi seçildi.

Zorlu rakipleri arasından sıyrılarak ipi göğüsleyen Galatasaray Üniversitesi öğrencileri 5 bin YTL ödül kazandı.

İletişimin yeni yolları aranıyor


Bu yıl 54'üncüsü düzenlenen Cannes Lions Uluslarası Reklam Festivali'nde 80 ülkeden 25 bin çalışma yarışıyor. 17 Haziran'da başlayan festivalin jürileri, ön elemeyi geçen eserler arasından seçim yapmak için çalışıyor. 11 bin civarında katılımcı pazarlama sektörünün bugünü ve yarını hakkındaki sunumları izliyor.

450 milyar dolarlık reklam endüstrisi için Cannes Lions çok önemli bir vitrin. Kazanan ajans ve kişiler, bir anda dünya çapında bilinirlik sağlıyorlar. Altı yıldır Cannes Lions'un temsilciliğini yürüten Milliyet'in desteğiyle, Türk reklamcılığı da Cannes'daki küresel yarışmasında yerini alıyor. İki Türk jüri üyemiz var: Kurtcebe Turgul, Medina Turgul/DDB ve Banu Tekin Işıltan Mediaedge:cia. Festival kapsamında düzenlenen Genç Yaratıcılar'da bizim gençlerimiz de yarışıyor. Türkiye'den 100 civarında iletişimci festivali izliyor.

Geçtiğimiz yıl, sunumlarda temel kavram tüketicilerin reklam izleme alışkanlıklarının değiştiğiydi. Bu yıl internet ve cep telefonları sayesinde birbirine bağlanan insanlara, yepyeni iletişim modelleriyle ulaşmanın yolları aranıyor.

Brezilya'nın en saygın iletişimcilerinden Promo Lions Jüri Başkanı Geraldo Rocha Azevedo, ödülleri açıkladığı basın toplantısını, "Eskiden herşey belirli kalıpların içindeydi, artık kalıplardan söz etmemiz giderek güçleşiyor" sözleriyle açtı.
Festivalde, kafalar karışık, sorular çok, ancak ciddi bir dinamizm söz konusu. Dijital çağın sunduğu sorunları fırsata çevirmenin yolları aranıyor. Geçen yıl ünlü Amerikalı reklam eleştirmeni Bob Garfield'in ortaya attığı kaos teorisini herkes kabul etmiş durumda. Belirsizlikle yaşamaya alışmak gerekiyor. Herkes yarın ne olacağına cevap arıyor, ancak değişim o kadar süratli ki cevabı hiç kimse kestiremiyor.

Festival temsilcisi olarak Cannes'a gelen Milliyet Gazetesi Reklam Grup Başkanı Viki Habif de aynı görüşte. O da mevcut ortamın belirsizliği içinde, tüm dünyada aynı sorunun yaşandığını, kimsenin ne yapacağını pek bilmediğini vurguluyor.

Yaratıcı fikir değerli

Cannes Lions'da yeni mecraların temsilcilerinin konuşmaları büyük bir ilgiyle izlendi. Agency.com'un Avrupa Strateji Başkanı James Clifton'ın sunumu sosyal medya olarak tanımladığı internet grupları üzerine kuruluydu. Clifton'ın sunduğu ilginç resmi şu şekilde özetlemek mümkün;

1. Yeni tüketiciler artık kendilerine her yerden, her an reklam mesajları gelmesini istemiyorlar.
2. Bilgi edinmeyi seviyorlar. Bilgi kaynağı olarak önce kendi internet gruplarına başvuruyorlar.
3. Kendileriyle diyaloğa girmeyen markalardan uzaklaşıyorlar.
4. İlkelerini en iyi Afrika dillerinden birinde yer alan 'UMBUNTU' sözcüğü özetliyor: "Ben varım, çünkü biz varız."
5. Markaların kendilerine internet aracılığıyla ulaşmasını da pek sevmiyorlar. Kullanıldıklarını hissettiklerinde markanın aleyhine konuşuyorlar.
6. Konuşan markaları değil, dinleyenleri ödüllendiriyorlar.
7. Yeni tüketici beğendiği markaların tanıtımını kendisi yapıyor.


Festivalde finale kalan eserlere bakıldığında bu eğilim kendisini net bir biçimde ortaya koyuyor. Akıllı, yaratıcı fikirler tüketicilerin dikkatini çekebilmek ve onların beyinlerinde kısacık bir süre bile olsa kalabilmek için kıyasıya bir biçimde yarışıyorlar. Tüketici kral, internet kral, cep telefonu kral olabilir, ama insan zekâsı ve yaratıcı fikirlerin değeri her zaman aynı kalıyor.

Fatoş Karahasan
Cannes

Kaynak: Milliyet

Reklamcılar Cannes'da buluştu


Milliyet, "reklamcıların Kâbe'si" olarak bilinen Cannes Lions Uluslararası Reklam Festivali'nde, 11 bin delegeye "Türkiye'nin Portreleri" temalı özel bir gazete dağıtarak tanıtım yapıyor.

Songül Hatısaru

Türkiye'de Milliyet tarafından temsil edilen pazarlama ve reklam dünyasının en büyük buluşması olan 54. Cannes Lions Uluslararası Reklam Festivali başladı. Festivalde, 45 seminer ve markalı içerik konularının yer aldığı 20 workshop düzenleniyor.

23 Haziran'a kadar devam edecek olan ve 11 binin üzerinde ziyaretçinin beklendiği festivale 80 ülkeden 25 bin 660 reklam çalışması gönderildi. Çalışmalar, basın, açıkhava, doğrudan pazarlama, medya planlama, internet, film, radyo, satış promosyonu, titanyum ve ilk defa düzenlenen entegre aslanlar kategorilerinde yarışacaklar.

Festivale bu yıl Türkiye'den farklı kategorilerde toplam 189 çalışma katıldı.

7 ilan Milliyet kanalıyla katıldı
Milliyet Basın İlanları Yarışması'nda kazanan ve festivale gönderilen ikisi üçer ilanlık kampanyadan oluşan 7 adet çalışma da basın kategorisinde yarışıyor. Milliyet'in gönderdiği çalışmalar arasında, DDB&Co tarafından Ceres için hazırlanan 'Elma' ve 'Patlıcan' başlıklı ilanlar finale kaldı.

Açıkhava kategorisinde finale kalan çalışmalar arasında DDB & Co'nun Şok süpermarketleri için hazırladığı 'Para kutusu' ve Concept İstanbul ajansının, İpek Darga Yoga Merkezi için hazırladığı 'Boyun egzersizi' başlıklı ilanlar bulunuyor. Medya planlama kategorisinde ise Starcom Medya grubunun Pantene için hazırladığı 'Kendinizi sıradışı hissedin' başlıklı projesi finale kaldı.

'Pamuk, en büyük reklamcınız'

Festivalde Milliyet, 12 metrekarelik 'Türkiye'nin Portreleri' temalı bir stant açtı. Sanattan edebiyata, iş dünyasından spora uluslararası işlere imza atmış 37 Türkün portresinin yer aldığı özel bir gazete hazırlayan Milliyet, bunu katılımcılara dağıtıyor.

Standın dekorasyonunda yer alan Yaşar Kemal, Nâzım Hikmet, Orhan Pamuk, Fatih Akın gibi ünlü Türklerin fotoğraflarına bakan delegeler, "Orhan Pamuk'u biliyoruz, kitaplarını okuduk" diyorlar. ABD'li yapımcı Robert Bailey de, "Reklamın işlevi tanıtmaksa, sizin en başarılı reklamcınız Pamuk" dedi.

Kaynak: Milliyet

Bigumigu Party

günün (s)özü 147

Sevebilen ve çalışabilen insan sağlıklıdır.

Sigmund Freud

İstiklal Caddesi

Sevdiğim Sloganlar - 9

Arçelik
Hayata

Canon
You can on

Coca Cola
Hayatın tadı

Fanta
Aramızda

Hazırkart
Ben özgürüm

Haziran 20, 2007

GSU50

günün (s)özü 146

Bu gücün ne olduğunu söyleyemem; tek bildiğim onun var olduğu ve insanın ne yapmak istediğini bilip ona göre davrandığı ve onu bulana kadar da asla vazgeçmeyeceği zamanlarda ortaya çıktığıdır.

Alexander Graham Bell

Tünel



17 ocak 1875'de kurulan tunel hizmete girdiği dönemde dünyanın londra'dan sonra 2. metrosuymuş. İlk kazasını açıldıktan 7 ay sonra 25 ağustos 1875 tarihinde kayış kopması nedeniyle yaşamış, makinistin süper tekniği sayesinde kayıpsız atlatılmış. Ölümle sonuçlanan tek kaza ise, 6 temmuz 1943 yılında yine kayış kopmasından meydana gelmiş. Bir kontrol memuru hayatını kaybetmiş bir çok da yolcu yaralanmış. O dönemde Fransa'dan gelen bu kayışlar 2. dünya savaşı nedeniyle kolay gelmediğinden kayışlar tahammül hadlerinin üstünde kullanılıyormuş bu da kazalara sebebiyet veriyormuş haliyle.

Teşekkürler carno...

Kaynak: ekşisözlük

Yarınsız Sev

Madem ki bir aşkın var, ne güzel tadını çıkar...
Her şeye boş ver ve aşkı yaşa...
İlle de büyük aşk olması gerekmez; yaşanan her aşk büyüktür, yeter ki tadını çıkarmasını bil...
Çok büyük umutlar bağlama, yarını hiç düşünmeden, günü gününe sev, sevginin tadını çıkar...
Sevgide geleceği düşünürsen aşkı bombok edersin...
Sakın haaa... Sonsuz monsuz diye herifin başını yeme...
Her şeye boş ver; öylesine sev ki, sevdiğin erkeği bile umursama, salt kendin için sev, bencilce yaşa aşkı, bütün maddesiyle...
Yaşamdan elinde kala kala salt yaşadığın sevgiler kalır sonunda,
aslolan aşktır yaşamda...
Dolu dolu, dolu dizgin, zilzurna, saniye saniye aşkı yaşayarak sev...
İki yıl, üç yıl sürecek diye umutlanıp enayilik etme...
ister sürer, ister sürmez...
Sen o anı yaşa yeter ki...
Yitirdiğin zaman; yaşadıklarını kazanmış olacaksın..
Sonunda elbet yitireceksin, ama yitireceğini hiç düşünme; çünkü aynı zamanda kazanmışsındır da...
Anılar kazanıyorsun daha ne...
İç o zaman, sarhoş ol...
Yüce yüce şeyler düşünme severken, sevgiyi berbat edersin; çünkü sevginin kendisinden daha yüce bir şey olmaz...
Aferin sana seviyorsan, seviliyorsan...
Sakın kuşkulara kapılma.
Severken yirmi yıl sonrasını değil, yirmi dakika sonrasını bile düşünme an an yaşa, derin derin hem de...
Aferin sana...
Çok sevindim..
İşe güce boş ver...
Keyfince yaşa, sev...
Sevildikçe sev, sevilmeyince de tastamam boş ver ve o zaman o güzelim yalnızlığına sarıl...
O yalnızlık ki, bütün sevgilerden daha güzeldir ve sonunda kollarımızla sararız...
O zaman da hiç üzülmeyeceksin.
Çünkü nasıl olsa, sığınacak bir yalnızlığımız var;
Günün birinde anamız bile bizi bırakır gider, ama o yalnızlığımız biz yaşadıkça bizi hiç bırakmaz...
Severken bunları düşünme,
lütfen yarınsız sev ki, sevginin tadını çıkarasın ......

Aziz Nesin

Yorumsuz XXVI

Haziran 19, 2007

Paradoks XII

Bildiğim tek şey var; o da hiç bir şey bilmediğim.

Socrates

Önceleyin

Önce bir ellerin vardı
Yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi
Ağzına kadar
Sonra yüzün,
Ardından gözlerin dudakların
Sonra herşey çıkıp geldi
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üzerine koydum kuralları
Herşey işte böyle oldu önce

Cemal Süreya

Avrupa Yakası

günün (s)özü 145

Yaşam geriye bakarak anlaşılır, ileriye bakarak yaşanır.

J. Keth Moorehad

İşletmeler için markanın önemi

* Marka, bir şirketin farklılaşma aracıdır. Şirket, rakiplerinden sıyrılabilmek için markasını kullanır.Örneğin Nike, rakiplerinin aksine bir üretici değildir, fason ürettirdiği malların üzerine bastığı “marka”yı satar.

* Marka, ait olduğu şirketin köklü bir geçmişi olması durumunda, bu geçmişin yükünü üzerinde taşır. Geçmişten bugüne dek varolmayı başarmış pek çok şirket, bunu yansıtmak için markasını kullanır.

* Markanın finansal bir değeri söz konusudur. Özellikle üretim toplumlarında, marka bir şirketin toplam değerinin önemli bir kısmını oluşturur. Üretim sektöründe markanın, şirketin toplam değeri içindeki payı %10 iken, bu oran finansal hizmet kurumlarında %40’a, yiyecek ve lüks mallarda %80’e kadar çıkar. Şirketin marka değeri, aynı zamanda borsa değeri ile de ilintilidir, bilinirliği yüksek markaların borsa değerleri de yüksektir ve endeksleri değişime oldukça duyarlıdır.

* Marka şirketin ürününün üzerine attığı imzadır, şirketini en iyi şekilde temsil etmekle yükümlüdür. Bu nedenle marka kimliğinin düzgün oluşturulması, hukuki yönden iyi korunması ve markaya yatırım yapılması çok önemlidir. Şirket, eğer bir lisans sözleşmesi ile markasının kullanım hakkını devredecekse bu kararın titizlikle verilmesi gerekir.

* Marka, dağıtıcılarla ilişkilerde çok önemlidir. Dağıtıcılar, inandıkları ve güvendikleri markaları tercih ederler çünkü bilinmedik bir marka, dağıtıcı açısından ticari bir risktir. Şirketin iyi bir markaya sahip olması, dağıtımda sorun yaşamaması demektir. İyi bir marka, şirketinin yeni markaları için de iyibir referanstır. Mesela The Coca Cola Company’nin pazara yeni bir marka sunması oldukça kolaydır.

* Marka, insan kaynakları açısından da çok değerlidir. Bilinir bir markaya sahip bir şirket için çalışıyor olmak çalışanları motive eden önemli bir faktördür.

GSU49

Haziran 18, 2007

günün (s)özü 144

Köhne fikirler, paslanmış çivilere benzer, söküp atmak çok güçtür.

Cenap Şehabettin

Arko&Kaba Sakal&Safinaz

GSÜ İşletme Kulübü Yeni Logosunu Seçiyor!


Galatasaray Üniversitesi İşletme Kulübü 10. Yılını kutlamaya hazırlanırken logosunu yeniliyor ve bu amaçla bir LOGO YARIŞMASI düzenliyor. Seçilen logonun tasarımını yapan SÜRPRİZ ÖDÜL (cep telefonu, mp3 player, dijital fotoğraf makinesi “gibi”) ve Theorie Yurtdışı Eğitim’den 1 aylık Paris Turu (2008 yazı) için %15 indirim kazanacak.

Başvuru tarihleri
18 Haziran 2007 saat 09:00 - 7 Eylül 2007 saat 18:00
Değerlendirme Tarihi
7 Eylül 2007 saat 18:30 – 9 Eylül 2007 saat 18:30

Başvuru Şartları ve Şekli
Başvuru için herhangi bir şart aranmamaktadır. Tasarladığınız logoyu logoyarismasi@gsuik.org mail adresine jpeg formatında veya posta yoluyla göndermeniz yarışmaya katılmanız için yeterlidir. Göndereceğiniz mailda “adınız, soyadınız, açık adresiniz, telefon numaranız, email adresiniz” bulunmalıdır. Yarışmacılar diledikleri sayıda logo yollayarak kazanma şanslarını arttırabilirler.

Yeni logomuzda aradığımız özellikler
-Logonun “Galatasaray Üniversitesi” İşletme Kulübü’ne ait olduğunun ilk bakışta anlaşılması,
-En fazla 3 renk içermesi,
-Küçük detaylar içermemesi (baskıda sorun yaşanmaması için),
-Dikkat çekici ve göze hitap eder olması,
-Kulübün yenilikçi özelliğinin logoda yansıtılması,
-Yeni logo kulübün 10. Yıl özel logosu “değil”, genel logosu olacaktır,
-Tasarımcısının ve GSÜİK’nın ortak onayı ile ufak değişiklikler yapmaya açık olması,
-Aşağıda belirtilmiş olan, logonun kullanılacağı alanlarda kullanışlılığının fazla olması.

Logonun kullanılacağı alanlar
-Kulübün yayın organı olan Perspective dergisinin ön kapağında,
-Kulübün tüm afişlerinde,
-Antetli kağıtlarda,
-Örümcek standlarda ve bez afişlerde, bannerlarda,
-www.gsuik.org web sitesinde,
-Tişört, kupa, ajanda, dosya gibi logolu ürünlerde.

Posta ile gönderecek olanlar için ADRES: Galatasaray Üniversitesi İşletme Kulübü adına İİBF Sekreterliği, Çırağan Caddesi, No:36 Ortaköy / İstanbul

(Tasarımlarınızın elimize ulaştığını teyit etmek için logoyarismasi@gsuik.org adresine, yarışmaya posta yoluyla katılmakta olduğunuzu bildiren bir mail atmanızı rica ederiz.)

GSÜ İşletme Kulübü ile ilgili daha ayrıntılı bilgiye www.gsuik.org web adresinden ulaşabilirsiniz.

Tasarımlarınızı bekliyoruz...

Haziran 15, 2007

günün (s)özü 143

Söz, başarının gölgesidir.

Demokritus

Zaman


Kullandığımız anlamı sadece sosyal ilişkilerden kaynaklanan, evrensel anlamda düşünüldüğünde ise sadece üç sonucu olabilecek olgu; önce, şu an ve sonra, ki bunlardan ikincisi asla yakalanamaz. Sadece yaşandığına emin olabilirsiniz fakat asla tespit edemezsiniz. Ettiğinizi sandığınız anda ise kesinlikle başka bir an yaşanmaktadir.

Teşekkürler undone...

Kaynak: ekşisözlük

Her İnsanın Kendi Şarkısı

Bir Afrika kabilesinde, hamile kalan kadınlar, arkadaşlarını toplayıp doğaya gider ve doğacak çocuğun şarkısını duyana dek meditasyon yapıp dua ederler.

Bu kabileye göre, her ruhun kendine özgü ses vibrasyonları vardır. Kadınlar bu seslere kulak verdiklerinde, hep birlikte yüksek sesle seslendirirler. Sonra da kabileye dönüp şarkıyı herkese öğretirler.

Çocuk doğduğunda, tüm kabile toplanarak ona şarkısını söyler.

Çocuğun sonraki önemli dönemlerinde aynı şarkı okunur.

Ölüm döşeğinde de aynı şarkı söylenir.

Aslında hepimizin içinde bir şarkı olduğunu biliriz ve sevdiklerimizin zor zamanlarımızda bunu fark etmelerini ve bize söylemeye yardımcı olmalarını arzu ederiz.

Bu şarkı, Afrika kabilesinde farklı bir zamanda da söylenir.

Bir insan kabul edilmez bir cürüm işlediğinde, kabile toplanır ve ona şarkısını söyler. Çünkü bu kabileye göre, antisosyal davranışlar ceza ile düzeltilemez: Sevgiyle ve kimliğin hatırlanmasıyla çözülebilir.

Kendi şarkını duyduğun zaman, bir başkasına zarar verecek davranışlarda bulunma isteğine ihtiyaç kalmaz.

Gerçek dost, senin şarkını duyan ve ihtiyacın olduğunda sana tekrarlayandır.

Alan Cohen
Living from the Heart

Haziran 14, 2007

Alışkanlık


Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp taşırmış; sonunda buna o kadar alışmış ki dana büyüyüp koskoca öküz olduğu zaman, onu yine kucağında taşıyabilmiş. Bu hikayeyi kim uydurduysa, alışkanlığın ne büyük bir güç olduğunu çok iyi anlatmış olacak. Gerçekten alışkanlık pek yaman bir hocadır ve hiç şakası yoktur. Yavaş yavaş, sinsi sinsi içimize ilk adımını atar; başlangıçta kuzu gibi sevimli, alçak gönüllüdür ama, zamanla, oraya yerleşip kökleşti mi, öyle azılı, öyle amansız bir yüz takınır ki kendisine, gözlerimizi bile kaldırmaya izin vermez...

Bence en büyük kötülüklerimiz, küçük yaşımızda belirmeye başlar ve asıl eğitimimiz bizi emzirip büyütenlerin elindedir. Çocuk bir tavuğun boynunu sıkar, kediyi, köpeği oyuncak edip yara bere içinde bırakır; anası da ona bakıp eğlenir. Kimi baba da, oğlunun savunmasız bir köylüyü, bir uşağı öldüresiye dövdüğünü, bir arkadaşını kurnazca ve kahpece aldattığını gördüğü zaman, bunu yiğitlik belirtisi sayarak sevinir. Oysa bunlar zalimliğin, zorbalığın, dönekliğin asıl tohumları, kökleridir; çocukta filizlenirler, sonra alışkanlığın kucağında, alabildiğine büyüyüp gelişirler. Bu kötü yönsemeleri yaşın küçüklüğüne ve işin önemsizliğine bakarak hoş görmek tehlikeli bir eğitim yoludur. Önce şu bakımdan ki, çocukta doğa egemendir ve doğa asıl yeni tomurcuk salarken katıksız ve gürbüzdür; sonra da, hırsızlığın çirkinliği, çalınan şeye göre değişmez ki: Ha altın çalmışsın, ha bir iğne. «İğne çaldı, ama altın çalmak aklına bile gelmez» diyenlere benim diyeceğim şudur: «İğneyi çaldıktan sonra niçin altını da çalmasın?» (Kitap 1, bölüm 23)

Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi ordan burdan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar: Kendimizden çok başkalarından yararlanmaya zorlamışlar bizi. (Kitap 3, bölüm 12)

Montaigne

Yorumsuz XXV

günün (s)özü 142

Gök gürültüsü iyidir, gök gürültüsü görkemlidir; ancak işi bitiren yıldırımdır.

Mark Twain

Bulut mu olsam

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Nazım Hikmet

Haziran 13, 2007

günün (s)özü 141

Başkasının izinde yürüyen, iz bırakamaz.

Joan I. Brannon

Kuşadası

Eskiden Menderes vadisinin iskeleleri Ayasuluğ (Efes-Selçuk) ve Balat’tı(Milet). Ancak her iki limandan da deniz çekilince bölgede yeni bir iskele kurulması gerekti. Bu olay, Kuşadası’nın bulunduğu yerde gerçekleşti.Ticaret daha çok Venedik ve Cenova’lıların elinde olduğu için bu yeni iskele ,İtalyanca bir adla,”Scala Nuova” adıyla anıldı.Burası, konsoloslukları, ambarları ve tüccarları ile adeta bir tüccarlar kolonisi idi. Müslüman Türkler önceleri,daha çok, Kuşadası’ndan beş kilometre kadar içeride,bugün Atatürk yolu diye adlandırılan yolun üzerinde, Pilavtepe eteklerindeki Andızkule denilen yerleşim yerinde oturmayı tercih ediyorlardı.

Kuşadası kenti, bugünkü yapısına aşağı yukarı 17.yy başında kavuşmaya başladı. Sultan Ahmet 1. ve Sultan Osman 2. zamanında iki kez sadrazam olan Öküz Mehmet Paşa isimli bir Osmanlı veziri, Kuşadası kentini surlarla çevirtti. Ayrıca bir han, hamam ve camiyi de içeren bir külliye inşa ettirdi. Kente bir su şebekesi kurdurdu ve yeni su getirtti. O zaman surlar içinde kalan Kuşadası, Dağ ve Camiikebir Mahalleri olmak üzere iki büyük mahalleden oluşuyordu.

Camiikebir Mahallesi, düzlükte kurulduğu için dar ama birbirini dik olarak kesen sokaklardan oluşuyordu. Sokaklar arasındaki ev grupları, sırt sırta iki evi alacak genişlikteydi. Kuşadası’nda evler, genellikle sokak üzerindedir ve arka taraflarında da birer avluları bulunmaktadır.

Dağ Mahallesinde evler ve bahçeler basamaklar halinde olduklarından birbirinin manzarasını engellemezler. Antik Efes kentindeki ünlü teras evler gibi kademeli sıralanmışlardır.Bu evler tipik Osmanlı evi görünümündedirler. Çoğunun geniş saçakları ve bağdadi çıkıntıları bulunmaktadır. Genellikle klasik kiremit çatıyla kaplanmışlardır.



Bugün, eski Osmanlı kentini çevreleyen surlardan da çok az iz kalmıştır. Bu kalıntıların başında kale kapısı gelmektedir. Kemerli bir geçide sahip kapı, üzerinde yükselen bir kule ile tamamlanmaktadır. Kapının iç köşesinde eski bir çeşme bulunmaktadır. Çeşmenin tabanını antik bir lahit, yalağını ise yine antik bir kül lahdi teşkil etmektedir. Çeşme aynasında iki hayrat yazıtı bulunmaktadır. Bunlardan biri 19.yy dan kalma Arap harfli, diğeri ise yakın tarihlerde kazınmıştır ve Latin harflidir.Bu haliyle çeşme, Kuşadası’nın geçmişini anlatır gibidir.

Kent genişledikçe yukarıda anılan iki mahalleye, Hacı Feyzullah, Alaca Mescit, Camii Atik,Türkmen Mahalleleri de eklenmiştir. 1960’lı yıllarda büyük bir turizm potansiyeline sahip olduğu keşfedilmiş; şehir bundan sonra hızlı bir gelişme göstermiştir. Özellikle son yıllarda, gerek kent içinde, gerekse civarda otel, motel, kamping, tatil köyü gibi pek çok dinlenme tesisi ve yazlık villalar yapıldı. Bu arada birde yat limanı inşa edildi ve liman tesisleri de genişletildi.

Kuşadası, bugün Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biridir. Bunun nedenlerini değerlendirirken, zengin tarihi çevrenin ve eşsiz planların varlığının yanısıra, bölgenin iklim koşullarını da belirmemiz gerekmektedir. Kuşadası, hemen önünde başlayan kumsal kıyıları ile her şeyden önce bir plaj merkezidir.

Tusan, Akyar, Otuzbir, Kadınlar Denizi, Aslan burnu, Karaova, Güzelçamlı, Büyük ve Küçük Kalamaki, İlyas Ağa, Dipburun, Tavşanburnu plajları gibi temiz kumsallar kuzey ve güneye doğru kilometrelerce uzar gider. Kumsal şeritlerinin toplam uzunluğu 20 kilometrenin üzerindedir. Geniş kumsalların yanısıra derinlikten hoşlananlar için, dalmaya elverişli kayalık koylar da Kuşadası’ndadır.

İstanbul İçin

Nisan

İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan Nisansa.

Arzular ve Hatıralar

Arzular başka şey,
Hatıralar başka.
Güneşi görmeyen şehirde,
Söyle, nasıl yaşanır?

Böcekler

Düşünme,
Arzu et sade!
Bak, böcekler de öyle yapıyor.

Davet

Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.


Orhan Veli Kanık

Haziran 12, 2007

Kara Murat

günün (s)özü 140

Sorunlar, onları yaratanların mantığı ile çözümlenemez.

Albert Einstein

Haziran 11, 2007

Yaratıcı Beşiktaş Taraftarı

Yağmurlu bir günde görmüştüm seni,
Üstünde çubuklu formalar vardı.
Bir anda tutuldum aşık oldum ben,
Hayatın anlamı siyah beyazdı.



Ölümle yaşamı, ayıran çizgi,
Siyahla beyazı ayıramaz ki.
Her yolun sonunda ölüm olsa da,
Sevenleri kimse ayıramaz ki.

Galata'dan İstanbul'a Bak!

Oğuz Aral


Oğuz Aral (1936-2004) dünyaca ünlü Türk karikatüristtir. Gırgır degisinin kurucusudur. Davutpaşa Lisesi mezunudur.

Oğuz Aral, İstanbul Silivri'de 1936 yılında doğmuştur. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin üçüncü sınıfından ayrılmıştır. 1950'den sonra çeşitli dergi ve gazetelerde karikatür çizmeye başlamıştır.

Güncel, halkın anlayabileceği basite indirgenmiş bir karikatür anlayışına önem veren Aral, kendi mizahi görüşü ve doğrultusunda birçok karikatürcü yetiştirmiştir.

Gırgır mizah dergisinin kurucusu ve yöneticisi olan Aral, daha sonra Avni dergisini çıkardı. Aral, Gırgır dergisinin tirajını 500 bin adedin üzerine çıkararak, dünyanın'nın üçüncü büyük güldürü dergisi durumuna getirmiştir.

Avanak Avni tiplemesinin yaratıcısı olan Oğuz Aral, Hayk Mammer, Köstebek Hüsnü, Utanmaz Adam ve Vites Mahmut gibi tiplemeleriyle de tanınıyordu.

Karikatürleri ve 'Huysuz İhtiyar' başlığı altında yazıları ölümüne kadar Hürriyet gazetesinde yayınlanan Aral'ın, tiyatro, müzik ve sinema konularında da çalışmaları bulunmaktadır.

Anadolu'nun çeşitli yerlerinde pandomim gösterileri sergileyen Aral, Koca Yusuf (1966), Direkler Arası (1967), Bu Şehri İstanbul (1968), Ağustos Böceği ile Karınca (1971) adında çizgi filmleriyle de Türk çizgi film sektöründe önemli bir yere sahiptir.

Oğuz Aral, karikatürist Tekin Aral'ın ağabeyidir.

26 Temmuz 2004'te Bodrum'da vefat etti. Ölümünün 1. yıldönümünde anısına (26 Temmuz 2005) İstanbul Cihangir parkına heykeli dikildi.

Kaynak: Vikipedi

Haziran 10, 2007

Avanak Avni

Avanak Avni, vaktinde büyük haliyle çizilen bir karakterdir. Sarı lepiska saçları kulaklarının üzerinden dökülen, deve dilaverle kavgalar eden, elleri cebinde gizen dişlek bir tiptir. Deve Dilaver ise iri yarı, bıyıklı bir adamdır o zamanlar. Hiç unutmadığım bir karesinde, çiçekli gömleği üzerinde, elleri ceplerinde, yoldaki bir taşı tekmeleyerek yürüyordu. Sonra günün birinde Oğuz Aral "Avanak Avni'nın çocukluğu"nu çizer. Bu "dıgıl dıgıl müf"'tan başka bir şey söyleyemeyen, Leyla aşığı, elma meraklısı keltoş velet (ki saçları üç numaraya vurulmaktadır kuvvetle muhtemel), o kadar çok tutulur ki, Avanak Avni'nın aslını kimse hatırlamaz.



Avni konuşamaz, sadece bir sayı bir iki kelime söyleyip, mahalle manavını hayrette bırakır, sonra yine susar. Komşu kadınların bacaklarına bakmaya meraklı, banyodan kaçan bu veletin etrafında, annesi, Deve Dilaver, mahalle manavı, sarışın komşu kadın, Avni'ye kendisine aşık olmasını söyleyen şimdi ismini hatırlayamadığım r'leri söyleyemeyen bir kız ve de ille de Leyla vardır. Favori hareketi, camdan röntgen yaparken tepe üstü ağaçtan düşmesidir.

Avni'nin babası kendisini hiç çizmemiştir. Şimdi ise Avni yetimdir.

Teşekkürler benekli...

Kaynak: ekşisözlük

günün (s)özü 139

Bir şey satın alırken, soğukkanlılık içinde alın, fakat bir şey satarken onu heyecan içinde satmaya çalışın.

Marshall Field

eNSTaNTaNeLeR 19

* Açılın, açılın! Ben reklamcıyım!

* Çarşı reklama karşı!

* Pazarlama Tamircisi

* Beyin Curcunası

* Full 'Otomatik Portakal' Geldi!

* İçelim özelleşelim!

* Mahalle CEO'su

* Burda aşkları ben yaşarım!

Yorumsuz XXIV

Haziran 09, 2007

günün (s)özü 138

Başarılı olmamın sebebi, etrafımdaki insanların benden çok daha zeki ve kuvvetli olmalarıdır.

Andrew Carnegie

Ne olacak bu fikirlerin hali?

Fikir bulmak güzel, fikri hayata geçirememek acı, fikrinle ortada kalmak kötü...

Yenilikçilik son yıllarda sürekli gündemde olması bir yana, bununla ilgili konferansların, seminerlerin, yarışmaların ardı arkası kesilmiyor. Derslerimizde Japon İş Modeli anlatıladursun, Türk çalışanı fikirleriyle para kazanmaya başladı bile! Daha çok Ar-Ge'sine önem veren şirketlerin başı çektiği yenilikçilik sürecinde fikrin kimden geldiğine bakılmaksızın fikrin sağladığı faydaya ve kattığı değer göz önünde tutularak ödüllendirmeler yapılıyor. Ancak beklenen düzeyde değil malesef!

Zamanında blogumda bahsettiğim konuya değinmek istiyorum: 'Geçenlerde aklıma şu fikir geldi: Fikirleri bir gün değerlendirmek üzere bir yerde biriktirmek... Hatta herkesin bir KonFikir Makinası olsa da orada fikirlerini biriktirse... Eminim bir gün işe yarayacaktır, KonFikir Makinası 'nı dolduranlar bir gün meyvelerini alacaklardır.'

Makinamız elimizin altında her daim duran bir araç/gereç olabilir. Haluk Mesci'nin tabiriyle John Ahmet defteri... Eminim bunu uygulayanlar vardır. Denemekte fayda var. Siz siz olun, fikirlerinizle ortada kalmayın.

Happy Father's Day

Haziran 08, 2007

GSU48

günün (s)özü 137

Her insan, yapmak isterse, yaptığı işin iki mislini başarır.

Henry Ford

Haziran 07, 2007

Çocuk Gözleri



Çocuk gözleri masumdur. Kandırmaz. Sevmesini bilir. Derdini iyi anlatır. Aldatmaz. Umut doludur. Bakmasını bilir. Saflığını kaybetmez. Islaktır. Gülümsemek ister. Kocaman kocaman bakar. Çocuk gözleri güzeldir. Güzel.

Haziran 06, 2007

günün (s)özü 136

Yenilmedim aslında, belki biraz fazla açıldım, o kadar...

Ernest Hemingway

Dünyayı Kurtaran Adam

RYD’nin sadece üniversite öğrencilerine yönelik 'Küresel Isınma ve Biz' konulu yaratıcılık performans yarışması II. Dersarası'nda birinciliği Ajans Karmakarışık adıyla Galatasaray Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım bölümü 3. sınıf öğrencilerinden oluşan Muhammed Özdemir ve Cemile Oruç kazandı. Kendilerini tebrik ediyoruz.

Paradoks XI

BU CÜMLEDEKİ HARF SAYISI OTUZYEDİ DEĞİLDİR.

Yorumsuz XXIII

günün (s)özü 135

Olgun bir okuyucu çok kez başkasının yazdıklarında yazarın düşünmediği güzellikler bulur, okuduklarına daha zengin anlamlar ve renkler kazandırır.

Montaigne

Yaşama Nasıl Bakıyorsunuz

Fransa’da, ağır işçilerin işleri hakkında ne düşündüklerini incelemek üzere araştırmayı yürüten bir görevli, bir inşaat alanına gönderilir.

Görevli, ilk işçiye yaklaşır ve sorar :
“Ne yapıyorsun?” “Nesin sen, kör mü?” diye öfkeyle bağırır işçi.
“ Bu parçalanması imkansız kayaları ilkel aletlerle kırıyor ve patronun emrettiği gibi bir araya yığıyorum. Cehennem sıcağında kan ter içinde kalıyorum.Bu çok ağır bir iş, ölümden beter.”
Görevli hızla oradan uzaklaşır ve çekinerek ikinci işçiye yaklaşır. Aynı soruyu sorar :
''Ne yapıyorsun?”
İşçi cevap verir : “ Kayaları mimari plana uygun şekilde yerleştirilebilmeleri için, kullanılabilir şekle getirmeye çalışıyorum. Bu ağır ve bazen de monoton bir iş, ama karım ve çocuklarım için para gerekli. Sonuçta bir işim var. Daha kötü de olabilirdi.”
Biraz cesaretlenen görevli üçüncü işçiye doğru ilerler.
“ Ya sen ne yapıyorsun?” diye sorar.
“Görmüyor musun?” der işçi kollarını gökyüzüne kaldırarak.“ Bir katedral yapıyorum.”

Bu hikayenin enterasan tarafı her üç işçinin de aynı işi yapıyor olmaları.... Görmeyi seçtiğiniz yol sizin tutumunuza bağlıdır.
Bugün hava biraz bulutlu mu yoksa biraz güneşli mi?
Güllerin dikeni mi vardır, dikenli dalların gülleri mi?
Bardağın yarısı boş mudur, yarısı dolu mu?
Yoksa bardak olması gerekenin iki katı büyüklükte midir?
Seçim size ait...

Allen Klein

Haziran 04, 2007

Bak var olmak ne hoş!



Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş,
Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş;
Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,
Yok say kendini, bak var olmak ne hoş!

Ömer Hayyam

GSU47

günün (s)özü 134

İsteklerimize sahip olursak zengin, ancak istediklerimiz olmadan yaşayabilirsek güçlüyüz demektir.

George Macdonald

Köpek



Her sabah yatağınızın yanında melül melül “izin ver de geleyim” der gibi bakan,
Siyah üst basınıza aldırmaksızın her evden çıkarken veya eve geldiğinizde üzerinize atlayan,
Bazı köpeklere boyuna posuna bakmaksızın balkondan deliler gibi havlayıp bizi apartmandan attırcak olan,
Yanınızda gördüğü her erkek şahsiyete saldıran,
Değişik eşyalarla fetişist ilişkiye girince onları alıcam sanıp hırlayan,
Karpuzdan korkan,
Kapıcıya aşık olan,
Çocuğunuz gibi sevdiğiniz hayvandır köpek. Evet.

Teşekkürler Sinister...

Kaynak: ekşisözlük

Hayat Böyle Zaten

Bir evin bir köpeği vardı;
Kıvır kıvırdı, adı Cincon'du, öldü.
Bir de kedisi vardı: Maviş,
Kayboldu.
Evin kızı gelin oldu,
Küçük bey sınıfı geçti.
Daha böyle acı, tatlı
Neler oldu bir yıl içinde!
Oldu ya, olanların hepsi böyle...
Hayat böyle zaten!..

Orhan Veli Kanık

Haziran 03, 2007

KumpirMatik

günün (s)özü 133

Silgi kullanmadan resim çizme sanatına hayat denilmektedir.

John Christian

Kabak Çekirdekleri

İnsanın ortak kaderi doğum, ölüm ve o aradaki zaman, yaşam... Doğmak, ölmek isteğe bağlı değil... Ölmek, belki bazen. Bize düşen, yaşamak. Koşullar ne olursa olsun yaşamak... Ayakta kalmak... Haydi sıyırttın, sıyırttın, hayatta kalabildin zar zor... Uzun yaşamak, bir ayrıcalık. İyi, güzel... Ama ayakta kalmak, kalabilmek. Ceza! Müthiş bir ceza!

İlkokuldaydım, birinci sınıfta. Hiç unutmadığım bir cezaya çarptırıldım. Karatahtanın önünde, sırtım sınıfa, yüzüm karatahtaya dönük, ders bitimine kadar kıpırdamadan ayakta durmak... Utanıyorum, midem bulanıyor. Ölmek istiyorum. Herkesten nefret ediyorum, herkes ölsün istiyorum. Sonra bir ara cebimdeki kabarıklığı hissediyorum: kabak çekirdeklerim! Bir kuruşluk kabak çekirdeği almıştım, bir tane bile yemedim. Mahmut'la (Benden bir buçuk yaş büyük ağabeyim; üçüncü sınıfa gidiyor) eve giderken yiyecektik. Evimiz taa tepede, Abidin Paşa Köşkü'nün orada.

Bahardı... Bademler açmış, tepeye giden toprak yol bomboş. Ev yok pek. Apartman hele hiç yok. Göz alabildiğine tarla. Papatyalar, gelincikler. Haydi be sen de!.. Ne diye ölecekmişim... Mati'ciğimle güzelim dağ yolunda çekirdek yiyerek, konuşa gülüşe eve gitmek varken!

Şimdi dönüp geriye baktığımda, hep çekirdek misali umutlar peşinde ayakta kalabildiğimi görüyorum. Öleceğimi bile bile bir çekirdek uğruna bu kadar çaba, çırpınma! Değer mi?.. Birşey yap.

Met'i anımsıyorum, Sevgili Aziz Nesin'i... İçim ısınıyor yeniden. Kalk hadi diyorum, durma koş, birşeyler yap. Yaşa... Dur diyorlar bir yandan da, koşma... Yeter, dinlen artık. Koşma... Öl artık! Ama çekirdeklerim bitmedi ki daha...

Yıldız Kenter

Haziran 02, 2007

GSU46

günün (s)özü 132

Strateji daha iyi olmakla değil daha farklı olmakla ilgili bir şeydir.

Michael Porter

Bi adam vardı...

Haziran 01, 2007

Kız Kulesi


Kızkulesi, Asya ile Avrupa'nın keşiştiği bir noktada, Asya sahillerinden bir ok atımı uzaklıkta bir tas tümseğe oturtulmuş bir kuledir. İki kıta arasındaki konumu sebebiyle dünyada eşi benzeri olmayan yapılar konumundadır.

Geçmisi 2500 yıl öncesine dayanan bu küçük kule, İstanbul'un tarihine eş bir tarih yaşamış ve bu kentin yaşadıklarına görgü şahitliği yapmıştır. Antik çağda başlayan geçmisi ile Yunan'dan Bizans İmparatorluğu'na Bizans'dan Osmanlı İmparatorluğu'na, tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir.

İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans Dönemi'nde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır.Osmanlı Dönemi'nde ise gösteri platformundan savunma kalesine, sürgün istasyonundan karantina adasına kadar bir çok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir. Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kizkulesi...

Yüzyıllar boyu hep hikayeleri ile anılan bu kule 2500 yıl sonra Hamoğlu Holding'in yaptığı restorasyondan sonra ilk kez kapılarını insanlara açmıştır. Yalnızlığın, aşkın, ulaşılmazlığın ve daha birçok şeyin sembolü olan kule için onlarca şiir yazılmış, yüzlerce resim yapılmış ve binlerce fotoğraf çekilmiştir. 2500 yaşında ve her dem genç kalacak olan Kızkulesi 'nin insanı büyüleyen gizem dolu atmosferi ile tanışmak ve gerçek hikayelerini dinlemek için gelin siz de o küçük pencerelerinden bakın ...

günün (s)özü 131

İnsanlar arasında iyilikten başka hiçbir üstünlük kabul etmem. Karakterin olmadığı yerde, ne büyük sanatçı, ne de büyük mücadele adamı vardır. Orada var olan, zamanın yok ettiği, içleri boş yaratıklardır. Bütün mesele, büyük görünmek değil, gerçekten büyük olmaktır.

Ludwig van Beethoven

Yorumsuz XXII

Fawori Boya kime sesleniyor?

Fawori boyanın reklam filmini ilk izlediğimde bu filmin amacı nedir, nasıl bir brif üzerine yazılmıştır ve yaratılmak istenen algı nedir gibi sorular geldi aklıma. Gerçekten anlamadım. Boya piyasası, piyasanın patronları, açık oturum şeklinde bir platform ve genç bir adam... Diyaloglar, replikler ve boyayla ilgisi olmayan çeşitli sözler havada uçuşuyor. Hedefinde boya bayiileri olsa gerek, böyle bir ortamı uygun görmüşler diye düşündüm.

Türkiye'nin Fawori'si sloganıyla ismini duyuran boya hakkında şu açıklamaya bakalım:

'Filli Boya markası ile tanınan Betek A.Ş., yeni markası Fawori'yi Türkiye'nin ilk seramik katkılı boyası Ceramix® ile boya pazarına sundu. 3 yıllık yoğun Ar-Ge çalışmaları sonucunda geliştirilen ve seramik mikro tanecikleri kullanılarak ileri teknoloji ile üretilen Ceramix® İpek Mat İç Cephe Boyası sektörde yeni bir kulvar açacak.

Betek A.Ş.'nin sektöründeki teknolojik gelişmelere Alman ortağı Caparol ile birlikte hakim olması; ileri teknolojiyi kullanım gücü; Avrupa'nın en üstün ve yüksek kapasiteli üretim tesisleri ile güçlü mali yapı, tecrübeli ve dinamik insan kaynağına sahip olması Fawori markasının boya sektöründe bir adım önde olmasını sağlayacak en önemli unsurlar olarak sıralanıyor.'

Üzerine (yanılmıyorsam) 8.31.2005 tarihinde gösterimde olan ilk reklam filmini,
İki Kafadar'ı izleyelim:

http://www.reklamlar.tv/rtv/sin/one/N/P_P/rv/BHDWK/

İki reklam filmi arasında iki yıl süre var. Filli boyaya apayrı bir gizem katan ATCW, Betek A.Ş.'nin diğer markası Fawori'yi zihinlerde nasıl bir yere konumlandırıyor? Bir boya markasının genç patronunun boya piyasasındaki duruşuyla(ayakta beklemesi, büyüklerine saygıda kusur etmemesi..vb) ilgili tüketicinin Fawori boyayı tecih etmesi arasında ne derece bir ilişki vardır?

Özellikle Polisan'ın ödül alan işinde, Jotun boya ilanlarında, Marshall'ın son reklam filmindeki ince ironide, Filli Boya'nın başarılı ünlü kullanımında gördüğüm etkiyi ve süzgeçten geçirilmiş fikirlerle talep yaratmaya yönelik duruşu Fawori'de göremedim.

Boya piyasası her zamanki gibi yaz sezonunu açarken çok hareketli, güzel işleri izlemeye devam ediyoruz...
 
Clicky Web Analytics