Ülke olarak sürekli gündemimiz meşgul. Sınır ötesi operasyondu, kapatılma davasıydı, Ergenekon'du... Sıra başka şeylere gelemiyor, görece olarak daha önemsiz görünen konular hasır altı ediliyor. Aslında bu hasır altı edilen konular öyle büyük önem taşıyor ki.... Son günlerde giderek artan bir baskıyla gelen sansürü düşünelim mesela. En temel insan haklarını ihlal eden sansürün sinsice, güya çaktırmadan gelişi, bilgi alma özgürlüğümüzün kısıtlanması, neyi seyredip neyi seyredemeyeceğimize başkalarının karar vermesi...
Bunun sonu nereye gidiyor? Bugün televizyonlarda ve internette giderek artan baskılar kitaplara, sanata, filmlere de sıçrarsa halimiz ne olacak? Hiç düşünüyor muyuz? İnternet için bulmuşuz bir iki yol, halimize şükrediyoruz, “biz giriyoruz hala o sitelere” deyip kendimizce uyanıklık yapıyoruz. Peki, güzel de, o yolların önü kesilirse ne olacak? O yollarla girenler bir takım suçlamalara maruz kalırsa ne olacak? Hep yeni yollar mı geliştireceğiz?
Porno siteleri, Google groups, Wordpress, YouTube derken... Sıra şimdi de Dailymotion’a geldi. Bunun sonu nereye gidecek, kendimize soruyor muyuz? Sansür, Türkiye’nin gündemindeki en önemli, en temel konudur çünkü bağımsız bilgiye ulaşamayan bir toplumda, en büyük yayın organlarının iktidarın elinde olduğu bir toplumda bilinçli kararlardan, bilinçli seçimlerden bahsedilemez. Bilgisiz kalan bir toplum, elindekiyle yetinmek zorunda kalacaktır, sorularına cevap alamamayı hayatının gerçeği haline getirecektir. Bu yüzden, sansür bir zihniyetin habercisidir ve çok geç olmadan dur demenin zamanı şimdidir. Kaldı ki biz reklamcıların hiç sesini çıkarmadığı bu zihniyetin bir başka yönü daha var. Eğlencesini geçelim, dünyadaki yeni reklamları, yönetmenlerin portfolyolarını, k›sa filmleri ve bir sürü başka bilgiyi bir arada sunan bir arşiv, bir kaynak olmasının yanı sıra, video paylaşım siteleri bizler için aynı zamanda vazgeçilmez bir mecradır da. Özellikle günümüzde yükselen ve giderek önem kazanan, hatta reklamın geleceği olarak görülen viral ve gerilla pazarlama uygulamaları bu tip sitelerden beslenmekte ve yayılmaktadır.
Bu sitelere erişim engellendiğinde, hem reklamveren hem de reklamcılar açısından büyük sıkıntı yaratmaktadır. Ayrıca, geocities gibi web serverların toptan kapatılması da internetteki reklam alanlarını kısıtlamakta ve bazı sitelere verilen reklamların görülememesine sebep olmaktadır. Tüm bunlardan dolayı, bizim reklamcılar olarak, bu konuya bu kadar sessiz kalmamız ilginç. Hele ki sektör olarak, sesimizi çıkaracak, bangır bangır bir kampanya yapacak, insanları bilinçlendirecek güç, kaynak ve yeteneği ellerimizde tutarken bizim de herkes gibi DNS ayarları değiştirmeye eyvallah dememiz şaşırtıcı. Bu hepimizin hem mesleki hem de sosyal sorumluluğu değil midir? Neyi bekliyoruz? Önemli olan maddiyat değil diyorsak, prensipte karşıysak sansüre, o zaman durum ortada?
Mesele maddiyatsa da, sansür kazancımızı, işimizi de etkilemeye başlamıştır. Sansür insana hakarettir. Daha ne kadar sineye çekeceğiz?
Fırat Yıldız
Temmuz 31, 2008
Tarifsiz
Aramızda kalsın tarifi
Karanlık bir oda kendisi
Göz gözü görmüyor ama
Uçuşuyor etrafı gönlünce
Başkasına muhtaç sandalyeler eşliğinde
Bekliyor sabahı sarı sarı
Üzerine çullanan gece ise
Gülümsüyor sıcak sıcak
Derken beliriyor bir nokta
Son veriyor olan bitene
Karanlık bir oda kendisi
Göz gözü görmüyor ama
Uçuşuyor etrafı gönlünce
Başkasına muhtaç sandalyeler eşliğinde
Bekliyor sabahı sarı sarı
Üzerine çullanan gece ise
Gülümsüyor sıcak sıcak
Derken beliriyor bir nokta
Son veriyor olan bitene
Gölge
günün (s)özü 341
Olayların yaratıcısı insanlar değildir, olaylar insanların yaratıcısıdır.
Benjamin Disraeli
Benjamin Disraeli
Temmuz 26, 2008
Reklam Yazarı Nasıl Olmalı?
Sadi, Gülistan adlı yapıtında şöyle demiş: Yeteneksizi terbiye etmek, kubbede ceviz durdurmak gibidir. Demekki once yetenek olacak. Euripides de şunu demiş ote yandan: “Yazar olmak istiyorsanız yazın”. Yarım heves üç kalasla bu iş olmaz. Okulda teknikler öğretilir. İş ise uygulamadır, pratiktir. Yeteneğin yoksa, ağzınla kuş tutsan, gözlerinden kıvılcımlar da çıksa nafiledir. Okumadan alim olunmayacağı da açık. Reklamcılık Vakfı’nın Step kurslarında baska fakültelerden mezun oğrencilerin, onca yılı sıfırlayıp kendilerine bir çıkış yolu aradığını gördüğümde hep içim sızlamıştır. Oysa işin A/B/C’sini bilerek, okulunda okuyarak gelselerdi, orada A/B/C’leri oğretmek icin nefes tüketilmez, satır aralarıyla konuşulurdu. Çarpık eğitim sistemi sonucunda aslında yeteneği olduğu halde başka mesleklere yonelmiş insanlara sen bunu olamazsın denemez. Herkes yaşamı boyunca istediğini oğrenmekte, yapmaya kalkışmakta özgürdür. Yeter ki bu becerisi olsun. Yoksa, korkacak bir şey de yok. Kendisini anlar, koşesine çekilir. Bazen girişim, işin yarısıdır. Cahil risk alir. Başarıp başaramayacağı onu ilgilendirir. Öte yandan, bence Türk eğitim sistemi insanlara bırakın yazmayı, yorumda bulunmayı, analiz yapmayı, oğretmeyi, ezbere alıştırıyor. Ezbere alışanın fikri olmaz. ?Yaratıcılık eğitimi diye bir şey vardır. Yapılması gereken de budur. Ama okulla, ama sonradan okuyarak, kurslarla, stajlarla, bizzat arabanın (tamirci-reklamcı misali) altına uzanarak vb.. Bence, reklam yaratıcılığı-yazarlığı, fikir adamlığı için de iletisim fakulteleri güzel sanatlar fakülteleri gibi ayrıca bir sınav yaparak oğrenci seçmeli. Öyle olmalı ki, gerçekten yazabilen/bulabilen/yeteneği olan gelsin. Birinci yıl eğitimi de hatta üç ay Türkiye/ üç ay yurt dışı gezisi ve uygulamalı çalışmalarıyla geçsin. Ben iletişim mezunuyum. Bunun yararını zamaninda 3000 kisilik TRT sınavlarını aşarken ve kurs donemi sonu sınavlarında diğerlerine üç tur bindirirken ve dereceyle kazanırken gördüm. TRT’ye girdiğimde yazmayı, işin nasıl yapılacağını biliyordum. Bilgi, görgü, kültürüm, ilgim, heyecanım zaten vardi. Yaratıcı kişi, ayrıca eğitim de alıyorsa demekki, buna kadayıf ama kaymaklı kadayif denir. İletişim mezunu olmayanlardan da kazanan oldu o sınavı ama dikiş tutturmakta çok zorlandılar. Yazı yazmayı ve kurgu yapmayı öğrenmeleri çok zaman aldı. Sonuçta eğitimi küçümsemeyelim. Hatta nasıl ileriye taşıyabiliriz diye bakalım. Baska okullardan gelecekler arasında yıldizlar varsa da öteye git demeyelim. Dersek de yıldız yıldızlığını gösterecektir zaten. Biz stajyer alırken reklamcılık okumuş olanları tercih ediyoruz. Çünkü işimiz yazım kuralları, sözcük dağarcığı, cümle yapısı, üslup öğretmek değil burada. Kuralları bilen geliyor. Fikir bulma eğitiminden geçen geliyor. Özetlersek: I) Reklam Yazarı olmak icin, reklamcılık eğitimi almış olursa iyi olur. O kişiye bu, avantaj sağlar. Yoksa bu eğitimi zaten her koşulda, sektore girdiğinde de almak durumundadır. 2) Yaratıcı ve yetenekli kişi, yıldızsa zaten parlar. Sektörde şu anda iletişim/reklam mezunu olmayan, baska disiplinlerden gelen ve cok başarılı olan arkadaşlarımız var. 3) Bir işe başvuran kişi, başvurduğu yerin o güne değin neler yaptığını, başvurduğu görevin ozelliklerini, niteliklerini ogrenmek durumundadir. Bize zaman zaman yazarlık/müşteri temsilciliği ya da prodüktörlük yapmak isteyen (hangisi olursa) kişiler başvuruyor. Geri çeviriyoruz. Aklı karışık kişilerle uğraşmaktansa ne istedigini bilenleri tercih ediyoruz. Aşağıda, bir Yaratıcı Yönetmen olarak, yaratıcı kişide bulunması / geliştirilmesi gereken özellikleri yazdım. Başka meslektaşlarım eminim bunlari çoğaltacaktır. Bütün bu yazılanlardan sonra hala ‘evet, ben bu işi yaparim’ diyorsanız, ‘bakarız’ derler İyi bir teknisyen olduğu için iyi bir yaratıcıdır. Çünkü o profesyoneldir. Düzensizlikten doğan yaratıcılığı yoktur. Mesleğini, işini aşkla sever. Çağdaştır. enerjiktir, esprilidir. Buluşları işe yarar. İlginç ve etkilidir. Hayal gücü yuksektir. Her şeye karşı sonsuz bir merak duyar. Her şeyi öğrenmeye can atar. Beyni olayları, olguları, insanları, insanların davranışlarını kaydeder ve istediği anlarda onlardan yararlanır. Beyninin kıvrımlarında cin büyütür. Nesneleri, kavramları, imajları gruplaştırma ve ayrıştırma yeteneği vardır (sentez/analiz). Çözüm üreticidir. Konsantrasyon, moral gücü yuksektir. Entelektüel alt yapıya sahiptir. Kültürel birikimden, deneyimlerinden yararlanmayı bilir. Akım başlatıcı ve kural yıkıcı/yaratıcıdır. Sezgileri güclüdür. İnsanının ihtiyaçlarını iyi bilir, onu iyi tanır. (Gezelim, görelim, tanıyalım.) Bir radar gibi ufku tarar. Bir ad-man’dir o.
Oğuzhan Akay
Oğuzhan Akay
günün (s)özü 340
Eğer hayatınızda bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız önce kendiniz değişmelisiniz. Eğer şu ana kadar yaptığınız şeyleri yapmaya devam ederseniz; şimdiye kadar sahip olduğunuz şeylere sahip olmaya devam edersiniz.
Jim Rohn
Jim Rohn
Temmuz 22, 2008
O Benim İşte
Biraz kül, biraz duman,
O benim işte...
Kerem misali yanan,
O benim işte...
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman,
O benim işte...
Ümit Yaşar Oğuzcan
O benim işte...
Kerem misali yanan,
O benim işte...
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman,
O benim işte...
Ümit Yaşar Oğuzcan
eNSTaNTaNeLeR 47
* Haberler Haber Ver!
* Self-mülakat
* Aşksız meşk olmaz, meşksiz aşk olur.
* Ana kuzusu, baba kurdu...
* 15 dakikada ağrısız ünlü yapılır
* Garson! Hesap makinesi lütfen?
* Mutlu ekonomi, mutsuz vatandaş.
* Seviyorum ama Kim Bassinger'ı...
* Self-mülakat
* Aşksız meşk olmaz, meşksiz aşk olur.
* Ana kuzusu, baba kurdu...
* 15 dakikada ağrısız ünlü yapılır
* Garson! Hesap makinesi lütfen?
* Mutlu ekonomi, mutsuz vatandaş.
* Seviyorum ama Kim Bassinger'ı...
Temmuz 18, 2008
Dünya Hali
Çingene benleri, ne dersiniz, pembe olmalıydı
değil mi?
Ama dünyada her şey olması gerektiği gibi
olmuyor ki...
Can Yücel
değil mi?
Ama dünyada her şey olması gerektiği gibi
olmuyor ki...
Can Yücel
Temel Paradoksu
Temel, çalışmak için gittiği şehirden, köye babasına mektup yazar. Klasik mektup cümleleriyle başlayan mektup, şu notla biter:
"Babacuğum. Acele cevabini bekliyrum. Yalnız, zarfa biraz da para koyarsan iyi olir. Oğlin Temel."
Aradan onbeş gün geçer ve mektubun cevabı gelir. Temel büyük bir heyecanla zarfı açar. İçinden sadece mektup çıkar. Mektubun sonunda da bir not vardır:
"Oğlim Temel. Sana para göndereceydum. Ama aha bu geri zekali anan zarfi kapatmiş. Bir daha ki sefere evladim. İmza:Buban."
"Babacuğum. Acele cevabini bekliyrum. Yalnız, zarfa biraz da para koyarsan iyi olir. Oğlin Temel."
Aradan onbeş gün geçer ve mektubun cevabı gelir. Temel büyük bir heyecanla zarfı açar. İçinden sadece mektup çıkar. Mektubun sonunda da bir not vardır:
"Oğlim Temel. Sana para göndereceydum. Ama aha bu geri zekali anan zarfi kapatmiş. Bir daha ki sefere evladim. İmza:Buban."
Sevdiğim Sloganlar - 17
Aras Cargo
Önem taşır
Benetton
United colors of Benetton
Filli Boya
En güzel boya
Lipton
İyi fikir
Radyo5
It's fresh.
Önem taşır
Benetton
United colors of Benetton
Filli Boya
En güzel boya
Lipton
İyi fikir
Radyo5
It's fresh.
günün (s)özü 338
Çevremizi o kadar değiştirdik ki; şimdi bu yepyeni çevreye uyabilmek için kendimizi de değiştirmemiz gerekiyor.
Albert Camus
Albert Camus
Vapur
Temmuz 15, 2008
Nike Human Race İstanbul
31 Ağustos günü,
5 kıtada, 25 şehirde,
1 milyon kişi, hep birlikte koşacak!
Bu tarihi günde İstanbul'da olanlar, dünyanın en güzel parkurunda koşma ve sonrasında Kenan Doğulu ile coşma fırsatını yakalayacak!
Dünyanın en büyük koşu organizasyonu Human Race, aynı günde 25 ayrı ülkede 1 milyon kişiyi spor etrafında buluşturacak. 31 Ağustos günü tüm dünya ile aynı anda Türkiye’de de yapılacak koşu organizasyonu saat 20.00’de Boğaziçi Köprüsü’nde gerçekleşecek.İlk kez ve belkide son kez akşam saat 20:00'de köprüde koşma fırsatı yakalayacak katılımcıları, koşunun sonunda Turkcell Kuruçeşme Arenada Kenan Doğulu bekliyor olacak!
Nike Human Race yarışının resmi başvuruları http://www.nikeplus.com adresinden yapılıyor. Ayrıca sitede yarış öncesi antrenmanlarında nelere ihtiyaç olacağı da anlatılıyor.
Dünyanın her yerinde Nike Human Race organizasyonundan elde edilecek gelirler çeşitli yardım kuruluşlarına bağışlanıyor. Türkiyedeki katılımcılar o gün tüm dünyayla birlikte koşarak spor imkanı olmayan çocukların spor yapmalarına yardım etme fırsatı bulacaklar.
Kaynak: Facebook
Yine
Yazın sakinliği
Lacivert denizde
Lacivert gökyüzünde
Bir gemi geçiyor
Yalnızlaştıkça
yalnızlaşıyor
dolunay
Saçların kitap adı gibi
Gizleniyor Boğazın soğuk
derinliklerine
Uzaklardasın, yine
Hem de çok yakın
Şiirin hüzün dolu sesinde
Atilla Birkiye
Lacivert denizde
Lacivert gökyüzünde
Bir gemi geçiyor
Yalnızlaştıkça
yalnızlaşıyor
dolunay
Saçların kitap adı gibi
Gizleniyor Boğazın soğuk
derinliklerine
Uzaklardasın, yine
Hem de çok yakın
Şiirin hüzün dolu sesinde
Atilla Birkiye
Temmuz 14, 2008
günün (s)özü 337
Harikulade şeyler ancak içlerindeki bir şeyin koşulların üzerinde olduğuna inanma cesareti gösterenler tarafından yapılmıştır.
Bruce Barton
Bruce Barton
Dew'enin gözü, kulağı ve hörgücü
Deveye, "Neden kamburun var?" diye sormuşlar, o da "Nerem doğru ki!" diye cevabını vermiş. İşte tam da bu söze uyacak bir reklam dönüyor ekranlarda. Böylesine sıra dışı söylemleri olan absürt reklamları 'izlemiyorum, izleyemiyorum' diyenlerden değilim ben. Ne zaman ekranda Dew reklamları dönse dikkat kesiliyor, hayretle izliyorum.
Reklamda, Dew adını çağrıştıran sözler görsellerle desteklenerek işin sonu motor yağına bağlanıyor. Markanın adı Dew olunca belli ki reklamcılarının aklına develerle, içinde deve geçen sözler gelmiş. Dew, Link Kimya ve Petrol Ürünleri'nin ülkemizde üretilen motor yağı markası. Daha önce Popstar Alaturka'nın da sponsorluğunu yapan firma, beklentileri karşılanmadığı gerekçesiyle uzun bir aradan sonra reklam çalışması yapmaya karar vermiş. Kampanyayı hazırlayan Balajans, açılan konkura hazır gitmiş ve birbirinden farklı işler götürmüş. Bunların arasından Balajans kreatiflerinin eğlenmek için kendi aralarında çektiği film, reklamveren tarafından beğenilmiş. Reklamda, 'loto devretti', 'arabamın devri', 'dev gibi binalar' gibi cümleler geçiyor. Her dev kelimesi ya da hecesi söylendiğinde marka ekrana geliyor.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Dew markalı bir motor yağı olduğunu artık pek kişi biliyor. Satın alır mıyız bilmem ama üreticileri bu reklamdan sonra mal yetiştiremez olmuş. Zaten mesele bizim beğenmemiz mi yoksa ürünün daha çok satması mı? Elbette ikincisi. Biz ne dersek diyelim, eğer satış haberleri doğruysa reklam hedef kitlesini de yakalamıştır. Elbette iş dünyasının acımasız rekabetinde sanat değeri olan reklamlar beklemiyoruz; ama hiç olmazsa izleyeni bu kadar da 'ti'ye alan çalışmalar yapmasak.
Günseli Özen Ocakoğlu
Yazının tamamı için buraya lütfen
Reklamda, Dew adını çağrıştıran sözler görsellerle desteklenerek işin sonu motor yağına bağlanıyor. Markanın adı Dew olunca belli ki reklamcılarının aklına develerle, içinde deve geçen sözler gelmiş. Dew, Link Kimya ve Petrol Ürünleri'nin ülkemizde üretilen motor yağı markası. Daha önce Popstar Alaturka'nın da sponsorluğunu yapan firma, beklentileri karşılanmadığı gerekçesiyle uzun bir aradan sonra reklam çalışması yapmaya karar vermiş. Kampanyayı hazırlayan Balajans, açılan konkura hazır gitmiş ve birbirinden farklı işler götürmüş. Bunların arasından Balajans kreatiflerinin eğlenmek için kendi aralarında çektiği film, reklamveren tarafından beğenilmiş. Reklamda, 'loto devretti', 'arabamın devri', 'dev gibi binalar' gibi cümleler geçiyor. Her dev kelimesi ya da hecesi söylendiğinde marka ekrana geliyor.
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Dew markalı bir motor yağı olduğunu artık pek kişi biliyor. Satın alır mıyız bilmem ama üreticileri bu reklamdan sonra mal yetiştiremez olmuş. Zaten mesele bizim beğenmemiz mi yoksa ürünün daha çok satması mı? Elbette ikincisi. Biz ne dersek diyelim, eğer satış haberleri doğruysa reklam hedef kitlesini de yakalamıştır. Elbette iş dünyasının acımasız rekabetinde sanat değeri olan reklamlar beklemiyoruz; ama hiç olmazsa izleyeni bu kadar da 'ti'ye alan çalışmalar yapmasak.
Günseli Özen Ocakoğlu
Yazının tamamı için buraya lütfen
Temmuz 11, 2008
günün (s)özü 336
Konsantrasyon, bezginlik duymadan fiziksel ve zihinsel enerjiyi tek bir noktaya sürekli uygulama yeteneğidir.
Thomas Edison
Thomas Edison
Yaşamak Telaşı
Hiç böyle ısınmamıştım;
Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salça kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, uçan buluta,
Hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya.
Edip Cansever
Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salça kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, uçan buluta,
Hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya.
Edip Cansever
Suşi Çeşitleri
Saba - Uskumru
Kani Maki - Yengeç, salatalık, pirinç
Tamago Maki - Yumurta, pirinç
Avokado Maki - Avokado, pirinç
Tamago - Yumurta, pirinç
Unagi - Yılan balığı
Saba - Uskumru,pirinç
Shake Maki - Somon balığı, pirinç
Uramaki - Somon balığı, tuna, pirinç
Ebiten Maki - Kızarmış karides, pirinç
Maguro Temaki - Tuna, pirinç yosun sarma
Ebi - Karides, pirinç
Shake - Somon balığı, pirinç
Maguro - Tuna, pirinç
Kappamaki - Salatalık, pirinç
Tekka Maki - Tuna, pirinç
Ikura - Somon balığı yumurtası
Kaliforniya Roll - Avokado, yengeç, uçan balık yumurtası, salatalık, pirinç
Sesame Roll - Avokado, karides, susam, pirinç
Gari - Zencefil
Shake Temaki - Somon balığı yosun sarma
Kani Avocado Temaki - Yengeç, yumurta, avokado yosun sarma
Kaynak: Vikipedi
Temmuz 08, 2008
günün (s)özü 335
İş hayatı sekse benzer. İyi olduğu zaman çok iyidir; pek iyi olmadığı zaman, yine de iyidir.
George Katona
George Katona
Yengecin Sığınağı
Yengeç; hayalci, değişken, kaprisli, sevimli, büyüleyici ve feci sinir bozucudur. Daldan dala atlar. Aynı anda çok şeye yetişmeye çalışır. Aslında bakmak mı istiyor, görülmek mi, emin değildir. Kendi dünyasını hep yanında dolaştırır. İçe dönük bir salon adamıdır.Sezgi ve hatıralarıyla ilerler. Denizde yaşayanları yan yan, tatlı suda yaşayanları geri geri yürürler.
Deniz yengecini inceleyelim. Yumuşak görünür. Yengecin içindeki yumuşaklık inkar edilemez, halbuki sert bir kabuğu da vardır. Deliğine çevik hareketlerle kaçar. Yoksa fark edildiği anla, kabuğunu ve deliğini hatırladığı an arasındaki sürede mi yumuşaktır sadece? Yengecin içindeki yumuşaklık çevikliğinde bile görülür. Neyse ki, bu inceleme sona erdiğinde geriye esrarengiz bir şeyler kalacak.
Yengeç her haliyle insana “sindirim”i çağrıştırır. Çok sayıda çenesi sürekli ve tükürük salgılar. Gözlerinizin içine bakarken bile. Ender görülen bir sebatla erittiği her tür atıkla beslenir. Ayaklı bir midedir. Tam bir organik çöp işleme fabrikasıdır. Kabuğu ayrıldıktan sonra bizzat besin haline gelen yengecin ekolojik yararı da ortadadır.
Bazı yengeçler iri olur, biraz bön görünürler, bazıları da çağanoz olur. Çağanoz küçük, ince bir yengeçtir; geri geri de olsa yüzmeyi bilen tek yengeç odur. Yassı arka ayakları dans eder gibi kulaç atmasını sağlar. Çağanoz, Vendèe kıyılarında, yengece çok yakışan balo güzeli adıyla anılır. Provence usulü sotesi pek güzel yenir. (“Provence usulü” Vendèe kıyılarında çok yaygındır. Bu gidişle ismi “Vendèe usulü” olacaktır. Uygarlıklar işte böyle yok olur.)Aslına bakılırsa çağanoz adı da yengece çok yakışır.
Yengecin iç dünyası yoğundur. Biraz da dağınık. Bilinçdışını sağlam zırhlarla korur. Çok sayıda iç çenesi durmadan bilinç öğütüp bilinçdışı üretir. Önüne gelen şeyden bilinçdışı üretir.
Yengeç ayaklarını altına alır, gözlerini kıskaçlarıyla örter, kendine kapanır. Tatlı su yengeci, langust ve ıstakoz, kuyruklarını kıvırıp cenin pozisyonuna geçerler. Anne! Yengeç sık sık anne diye bağırır. Ya özlediğinden, ya da annesinin baskısına dayanamadığından. Bağımsız olmayı şiddetle ister. Ama nazlı nazlı bir kucağa kıvrılmaktan da hoşlanır.
Yengeç geçmişine eğilmez, balıklama dalar. Geleceğe ilişkin projeler yapmaz, geçmişe ilişkin projeler yapar. Zamanını bir şeye adamaya niyetlenirse, “Geçmiş Zaman Peşinde” harcar.
Belirsizlik, en büyüğü sevinçlerin
Yan yana gidiyoruz seninle
Gidişi gibi yengeçlerin
Geriye geriye gerisin geriye
(Apollinaire)
Kendine ve geçmişine kapandıkça, yengeç kabuğunun dışında bir dünya olduğundan şüpheye düşer. “Ben kendi içime bakarım, tek işim kendimledir, durmadan kendimi tartarım, kendimi denetlerim, kendimden hoşlanırım, kendimi sarmalarım” der Montaigne.(İçe bakışındaki bu katılık Satürn’den gelir, çoğu yengecin içe bakışı daha eğlenceli olur.)
Yengecin nevroza, uzun hastalıklara, müphem hastalık belirtilerine, bir türlü bitmeyen tedavilere eğilimli olması anlaşılır bir şeydir.
Yengeç durmadan üretir. Yumurta, laf, mektup, yergi, şiir, roman, yani her cins eser üretir. Yumurtalarının bolluğu son derece gaddar olan doğal ayıklanmadan kaynaklanmaktadır. Biteviye üretimi Ay tarafından desteklenir. Yengecin efendisi Ay, analığın, suyun, kaynaşmanın, kalabalıkların ve serapların gezegenidir. (Efendisi yusyuvarlakken yengecin sahnelediği büyüleyici, biraz da gülünç bale görülmeye değer.)
Yengeç Ay’ı andırır, Ay’a göre huyu suyu değişir. Kah büyücü, kah gözbağcıdır. Serap aynasını hep yanında taşır, evreler geçirir, bir de karanlık yüzü vardır (bu yüz kendisi için bile karanlıktır).
Alçakgönüllülüğü genellikle yapmacıktır. Alaycılıktan hoşlanır – belki de mizah gücünün zayıflığını örtmek için-.Yalnızlığını kalabalığın ortasında yaşar. İşitir, dinlemez. Dinlemeye ihtiyacı yoktur aslında. Etkilere açıktır. Telepatiye, dalga boylarına ve bu gibi doğaüstü olaylara yatkındır. Ama işittiği şeyin farkında mıdır acaba? Yengeç, kendisine cımbızla tutar gibi dikkatli davranılmasını ister. Muzip tabiat ve Zodyak, yengeci iri kıskaçlarla donatmışlardır. Tabiatın ve Zodyak’ın verdiği derslerden yararlanalım. Yengeci cımbızla tutalım. İri kıskaçlarını
hafife almayalım.
Kaynak: yengecleralemi.blogspot.com
Jacques A. Bertrand'ın "Terazinin Hüznü Ve Diğer Burçlar" aldı kitabından alınmıştır.
Deniz yengecini inceleyelim. Yumuşak görünür. Yengecin içindeki yumuşaklık inkar edilemez, halbuki sert bir kabuğu da vardır. Deliğine çevik hareketlerle kaçar. Yoksa fark edildiği anla, kabuğunu ve deliğini hatırladığı an arasındaki sürede mi yumuşaktır sadece? Yengecin içindeki yumuşaklık çevikliğinde bile görülür. Neyse ki, bu inceleme sona erdiğinde geriye esrarengiz bir şeyler kalacak.
Yengeç her haliyle insana “sindirim”i çağrıştırır. Çok sayıda çenesi sürekli ve tükürük salgılar. Gözlerinizin içine bakarken bile. Ender görülen bir sebatla erittiği her tür atıkla beslenir. Ayaklı bir midedir. Tam bir organik çöp işleme fabrikasıdır. Kabuğu ayrıldıktan sonra bizzat besin haline gelen yengecin ekolojik yararı da ortadadır.
Bazı yengeçler iri olur, biraz bön görünürler, bazıları da çağanoz olur. Çağanoz küçük, ince bir yengeçtir; geri geri de olsa yüzmeyi bilen tek yengeç odur. Yassı arka ayakları dans eder gibi kulaç atmasını sağlar. Çağanoz, Vendèe kıyılarında, yengece çok yakışan balo güzeli adıyla anılır. Provence usulü sotesi pek güzel yenir. (“Provence usulü” Vendèe kıyılarında çok yaygındır. Bu gidişle ismi “Vendèe usulü” olacaktır. Uygarlıklar işte böyle yok olur.)Aslına bakılırsa çağanoz adı da yengece çok yakışır.
Yengecin iç dünyası yoğundur. Biraz da dağınık. Bilinçdışını sağlam zırhlarla korur. Çok sayıda iç çenesi durmadan bilinç öğütüp bilinçdışı üretir. Önüne gelen şeyden bilinçdışı üretir.
Yengeç ayaklarını altına alır, gözlerini kıskaçlarıyla örter, kendine kapanır. Tatlı su yengeci, langust ve ıstakoz, kuyruklarını kıvırıp cenin pozisyonuna geçerler. Anne! Yengeç sık sık anne diye bağırır. Ya özlediğinden, ya da annesinin baskısına dayanamadığından. Bağımsız olmayı şiddetle ister. Ama nazlı nazlı bir kucağa kıvrılmaktan da hoşlanır.
Yengeç geçmişine eğilmez, balıklama dalar. Geleceğe ilişkin projeler yapmaz, geçmişe ilişkin projeler yapar. Zamanını bir şeye adamaya niyetlenirse, “Geçmiş Zaman Peşinde” harcar.
Belirsizlik, en büyüğü sevinçlerin
Yan yana gidiyoruz seninle
Gidişi gibi yengeçlerin
Geriye geriye gerisin geriye
(Apollinaire)
Kendine ve geçmişine kapandıkça, yengeç kabuğunun dışında bir dünya olduğundan şüpheye düşer. “Ben kendi içime bakarım, tek işim kendimledir, durmadan kendimi tartarım, kendimi denetlerim, kendimden hoşlanırım, kendimi sarmalarım” der Montaigne.(İçe bakışındaki bu katılık Satürn’den gelir, çoğu yengecin içe bakışı daha eğlenceli olur.)
Yengecin nevroza, uzun hastalıklara, müphem hastalık belirtilerine, bir türlü bitmeyen tedavilere eğilimli olması anlaşılır bir şeydir.
Yengeç durmadan üretir. Yumurta, laf, mektup, yergi, şiir, roman, yani her cins eser üretir. Yumurtalarının bolluğu son derece gaddar olan doğal ayıklanmadan kaynaklanmaktadır. Biteviye üretimi Ay tarafından desteklenir. Yengecin efendisi Ay, analığın, suyun, kaynaşmanın, kalabalıkların ve serapların gezegenidir. (Efendisi yusyuvarlakken yengecin sahnelediği büyüleyici, biraz da gülünç bale görülmeye değer.)
Yengeç Ay’ı andırır, Ay’a göre huyu suyu değişir. Kah büyücü, kah gözbağcıdır. Serap aynasını hep yanında taşır, evreler geçirir, bir de karanlık yüzü vardır (bu yüz kendisi için bile karanlıktır).
Alçakgönüllülüğü genellikle yapmacıktır. Alaycılıktan hoşlanır – belki de mizah gücünün zayıflığını örtmek için-.Yalnızlığını kalabalığın ortasında yaşar. İşitir, dinlemez. Dinlemeye ihtiyacı yoktur aslında. Etkilere açıktır. Telepatiye, dalga boylarına ve bu gibi doğaüstü olaylara yatkındır. Ama işittiği şeyin farkında mıdır acaba? Yengeç, kendisine cımbızla tutar gibi dikkatli davranılmasını ister. Muzip tabiat ve Zodyak, yengeci iri kıskaçlarla donatmışlardır. Tabiatın ve Zodyak’ın verdiği derslerden yararlanalım. Yengeci cımbızla tutalım. İri kıskaçlarını
hafife almayalım.
Kaynak: yengecleralemi.blogspot.com
Jacques A. Bertrand'ın "Terazinin Hüznü Ve Diğer Burçlar" aldı kitabından alınmıştır.
Temmuz 06, 2008
günün (s)özü 334
Nereden gelirse gelsin, amacı ne olursa olsun, terörün her türlüsüne hayır!
Uğur Mumcu
Uğur Mumcu
Öğrencilik
Aşk
Aşk; üç günlüktür:
Dün, bugün, yarın.
Dün ölmüştün,
Bugün yanıyorsun,
Yarın küllerin uçuşacak...
Hiç düşündünüz mü aşkı?
Üç güneş gününe nasıl sığdığını?
Acabanın olduğu yerde düşünmek gerek.
Düşünmek gerek; çünkü soru işaretlerinin varlığı acabadan,
Çengel gibi olması da hayata bir dalından tutunma ihtiyacından gelir.
Düşüncelerimiz varlığımızı;
Varlığımız da aşkı gerektiriyorsa evrende;
Doğumumuzdan bu yana aşkı düşünmek gerek.
Evrenin varlığını,
Düşüncelerin darlığını bir kenara koyup
Maşukumuzu aramak gerek...
Maşukunu bulan hiç düşünmesin!
Doyasıya düşünmüştür zaten o yürek.
Bıraksın, götürüldüğü yere gitsin.
Gitsin ki;
Üç asır sürsün bu aşk...
Üç günlüklere inat..!
Dün, bugün, yarın.
Dün ölmüştün,
Bugün yanıyorsun,
Yarın küllerin uçuşacak...
Hiç düşündünüz mü aşkı?
Üç güneş gününe nasıl sığdığını?
Acabanın olduğu yerde düşünmek gerek.
Düşünmek gerek; çünkü soru işaretlerinin varlığı acabadan,
Çengel gibi olması da hayata bir dalından tutunma ihtiyacından gelir.
Düşüncelerimiz varlığımızı;
Varlığımız da aşkı gerektiriyorsa evrende;
Doğumumuzdan bu yana aşkı düşünmek gerek.
Evrenin varlığını,
Düşüncelerin darlığını bir kenara koyup
Maşukumuzu aramak gerek...
Maşukunu bulan hiç düşünmesin!
Doyasıya düşünmüştür zaten o yürek.
Bıraksın, götürüldüğü yere gitsin.
Gitsin ki;
Üç asır sürsün bu aşk...
Üç günlüklere inat..!
Bir Gün Gelecek
Bir gün gelecek
Bütün düşünürlerini okuyacağız bütün çağların
Bütün ustaların bütün tablolarını göreceğiz.
Bütün şakalara doya doya gülebileceğiz.
Arkadaş olacağız bütün kadınlarla.
Ve bütün insanlara
Öğreteceğiz gerçeği.
Bertolt Brecht
Bütün düşünürlerini okuyacağız bütün çağların
Bütün ustaların bütün tablolarını göreceğiz.
Bütün şakalara doya doya gülebileceğiz.
Arkadaş olacağız bütün kadınlarla.
Ve bütün insanlara
Öğreteceğiz gerçeği.
Bertolt Brecht
Temmuz 04, 2008
Galatasaray Üniversitesi Mezuniyet Balosu
Yıllardır dolandığımız bahçeyi süsleyip püsleyip, sınırsız içkiyle donatıp, yıllardır izlediğimiz güzel kızın manzarası ve ışıklarıyla vedamıza hazırlıyoruz...
4 Temmuz Cuma akşamı saat 8'de okul kapısından gireceksiniz ve alışılmışın aksine ne sınıflara ne kantine gideceksiniz. Size yol gösteren mumların eşliğinde kantinin üstüne kokteyle geçeceksiniz...
Gerisi mi?
4 Temmuz Cuma akşamı saat 8'de okul kapısından gireceksiniz ve alışılmışın aksine ne sınıflara ne kantine gideceksiniz. Size yol gösteren mumların eşliğinde kantinin üstüne kokteyle geçeceksiniz...
Gerisi mi?
günün (s)özü 333
Yirmi yaşındaki bir insan, dünyayı değiştirmek ister. Yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını bilir.
Clarence S.Darrow
Clarence S.Darrow
Maskeli Balo
Hayat aslında bir maskeli balodur, herkes kendi çıkarlarına uygun bir maske bulup o maskeyi takar ve o maskeyle dolaşır ama maskenin altındaki gerçek yüz hep saklı kalır. Neden insan gerçek yüzünü göstermekten çekinir, nasıl insan çıkarları için bu kadar sahte yüzlere bürünebilir ve kişiliksiz olabilir? İşte ben bu soruların cevaplarını çok merak ediyorum. Belki bir gün tüm insanlar maskelerini çıkarıp dünyaya ve birbirlerine gerçek yüzlerini gösterirler; bakarsınız o zaman dünya yaşanması daha güzel bir yer olur...
Teşekkürler edain...
Kaynak: ekşisözlük
Karanlıkta Çizenler
Usta çizerler Gökhan Sav ile Deniz Karail kara kalem portre ve karikatür portreler çizerken harikalar yaratıyor. Sipariş veriyorsunuz, çizilmesini istediğiniz resminizi gönderiyorsunuz; sonra şehir içi/şehir dışı kargoyla teslim alıyorsunuz.
Sipariş vermek için siparis_vermek_istiyorum@windowslive.com adresini kullanabilirsiniz.
Baştan sona çizimlerin nasıl yapıldığını merak ediyorsanız sizi buraya alalım.
Facebook grubundan da tüm portreleri inceleyebilir, yorum bırakabilirsiniz...
Temmuz 03, 2008
günün (s)özü 332
Yaşamda en önemli şey kazançlarımızı kullanmak değildir. Bunu herkes yapar. Asıl önemli olan kayıplarımızdan kazanç sağlamamızdır. Bu zeka gerektirir; akıllı insanlarla aptal insanlar arasındaki fark budur.
William Bolith
William Bolith
Mış Gibi Yapmayın!
Oyunculukta bir kavram vardır : Mış Gibi Yapmak. Doğaçlama çalışmasında bir bardak su içen bir kişiyi canlandıran tiyatro oyuncusu çevresinde bardak (aksesuar) bulamazsa elinde bardak varMIŞ GİBİ oyununa devam eder, yani “mış gibi” yapar. Eğer sahnede partneri ile sevgili rolünü oynuyorsa az önce kavga etmiş bile olsalar, birbirlerinin gözüne sevgi ile bakarlar. Karşısında ayna varMIŞ GİBİ saçlarını tarar, içinde şarap varMIŞ GİBİ kadehi ağzına götürür, sakatMIŞ GİBİ topallar...
Bir oyuncu, bunu ne kadar doğal yapabilirse o kadar iyi bir oyuncudur. Eğer seyirci onun elinde bardak olduğuna inandıysa oyuncunun bardak kullanmasına gerek bile yoktur artık. Sıradan eski püskü bir masayı bir ziyafet sofrası olarak gösterebilir, yediği ekmeğin pasta olduğuna seyirciyi inandırabilir.
Bazen ülkemizdeki firma yöneticilerinin oyuncu olmayı çok istediklerini düşünüyorum.
Oyunculuk için önemli bir durum olan “mış gibi” yapabilmek iş dünyası için geçerli değildir. İş dünyasında yapılmaması gereken bir davranıştır bu. Bir düşünsenize çevrenizde böyle yapanlardan bugüne kadar çektiklerinizi:
• Tabanı delinen ayakkabınızı götürdüğünüz mağazada “sorununuz en kısa sürede çözümlenecektir” diyerek sizi rahatla evinize gönderen satış sonrası servis yetkilisi sizi haftalar boyunca aramaz, siz arayınca da ilgili kişiye ulaşana kadar 3-4 ayrı kişiye derdinizi baştan anlatmak zorunda kalırsınız.
• Aydınlık girişi ve ferah ortamı ile lüks bir restoran olduğunu düşündüğünüz mekana bir müşterinizi götürdüğünüzde kaloriferin “az müşteri var” diye yakılmadığını görürsünüz ya da istediğiniz masaya oturamazsınız (çünkü o masa dört kişiliktir, gariptir ki sizden sonra gelen bir çift oraya kimse müdahale etmeden oturabilir)
• İş seyahati için şehir dışına çıkarken bilet aldığınız otobüs firması 45 dakikadır beklemenize rağmen bir türlü gelmez. O anda hemen karşınızdaki duvarda şöyle bir yazı görürsünüz : Değerli yolcumuz, bize emanet ettiğiniz zamanınız bizim için çok değerli, sizi söz verdiğimiz saatte gideceğiniz yere ulaştırmak temel ilkemizdir.
• Yurtdışından gelen önemli müşterinizi yerleştirdiğiniz lüks otelde müşterinizin odasındaki klima bozuktur, banyoda yerler ıslaktır, kaldığı koridorda çocuklar koşuşturup gürültü yapmaktadır. Elbise dolabına dokunduğunda dolabın kapısı yerinden çıkar.
• İşe giderken çocuğunuzu emanet ettiğiniz lüks görünümlü, iyi reklam yapan kreşte bazen çocuğunuzu dövdüklerini, öğretmenlerin koridorlarda yüksek sesle tartışarak çocuğunuza kötü örnek olduklarını öğrenirsiniz.
• Kurumsal bir firmada çalışmaya başladığınız için sevinirken yanınızda çalışan iş arkadaşınızın genel müdürün akrabası olduğunu ve sizinle aynı pozisyonda olmasına rağmen neredeyse iki katınız maaş aldığını öğrenerek tüm motivasyonunuzu kaybedersiniz.
• Uzun süre garantili olduğuna güvenip biraz da fazla para ödeyerek aldığınız üründe garanti süresi boyunca çıkan tüm problemlerin garanti kapsamı dışında olmasına şaşarsınız, daha sonra öğrenirsiniz ki bu ürünü kullanan tüm arkadaşlarınız da aynı sıkıntıları çekmektedirler.
vs vs vs…
“mış gibi” yaparak müşterilerin kendisini tercih etmesini sağlayan bazı firma yöneticileri müşteri sayılarının arttığını gösteren raporlara sevinerek aslında kendilerini kandırırlar. Çünkü, “mış gibi” yaptıklarını anlayan müşteriler, sadece bir daha oraya uğramamak ile kalmaz, kandırıldıklarını düşündüklerinden tatmin olmayan herhangi bir müşteriden daha fazla tepki verirler; arkadaşlarını vazgeçirirler, aleyhinizde mail gruplarını mail atarlar, mevcut müşterilerinizi etkilemeye çalışırlar...
Tiyatro sahnelerinin aksine, gerçek hayatta yapılması gereken dürüst olmaktır. Ancak, “mış gibi” yapacağınız şeyleri sakın unutmayın, onları gerçekten hayata geçirirseniz yani dediğinizi gerçekten yaparsanız müşteri sayınız da, müşteri memnuniyetiniz de, müşteri sadakatiniz de artacaktır.
İsmail Can Törtop
PlusValue
Bir oyuncu, bunu ne kadar doğal yapabilirse o kadar iyi bir oyuncudur. Eğer seyirci onun elinde bardak olduğuna inandıysa oyuncunun bardak kullanmasına gerek bile yoktur artık. Sıradan eski püskü bir masayı bir ziyafet sofrası olarak gösterebilir, yediği ekmeğin pasta olduğuna seyirciyi inandırabilir.
Bazen ülkemizdeki firma yöneticilerinin oyuncu olmayı çok istediklerini düşünüyorum.
Oyunculuk için önemli bir durum olan “mış gibi” yapabilmek iş dünyası için geçerli değildir. İş dünyasında yapılmaması gereken bir davranıştır bu. Bir düşünsenize çevrenizde böyle yapanlardan bugüne kadar çektiklerinizi:
• Tabanı delinen ayakkabınızı götürdüğünüz mağazada “sorununuz en kısa sürede çözümlenecektir” diyerek sizi rahatla evinize gönderen satış sonrası servis yetkilisi sizi haftalar boyunca aramaz, siz arayınca da ilgili kişiye ulaşana kadar 3-4 ayrı kişiye derdinizi baştan anlatmak zorunda kalırsınız.
• Aydınlık girişi ve ferah ortamı ile lüks bir restoran olduğunu düşündüğünüz mekana bir müşterinizi götürdüğünüzde kaloriferin “az müşteri var” diye yakılmadığını görürsünüz ya da istediğiniz masaya oturamazsınız (çünkü o masa dört kişiliktir, gariptir ki sizden sonra gelen bir çift oraya kimse müdahale etmeden oturabilir)
• İş seyahati için şehir dışına çıkarken bilet aldığınız otobüs firması 45 dakikadır beklemenize rağmen bir türlü gelmez. O anda hemen karşınızdaki duvarda şöyle bir yazı görürsünüz : Değerli yolcumuz, bize emanet ettiğiniz zamanınız bizim için çok değerli, sizi söz verdiğimiz saatte gideceğiniz yere ulaştırmak temel ilkemizdir.
• Yurtdışından gelen önemli müşterinizi yerleştirdiğiniz lüks otelde müşterinizin odasındaki klima bozuktur, banyoda yerler ıslaktır, kaldığı koridorda çocuklar koşuşturup gürültü yapmaktadır. Elbise dolabına dokunduğunda dolabın kapısı yerinden çıkar.
• İşe giderken çocuğunuzu emanet ettiğiniz lüks görünümlü, iyi reklam yapan kreşte bazen çocuğunuzu dövdüklerini, öğretmenlerin koridorlarda yüksek sesle tartışarak çocuğunuza kötü örnek olduklarını öğrenirsiniz.
• Kurumsal bir firmada çalışmaya başladığınız için sevinirken yanınızda çalışan iş arkadaşınızın genel müdürün akrabası olduğunu ve sizinle aynı pozisyonda olmasına rağmen neredeyse iki katınız maaş aldığını öğrenerek tüm motivasyonunuzu kaybedersiniz.
• Uzun süre garantili olduğuna güvenip biraz da fazla para ödeyerek aldığınız üründe garanti süresi boyunca çıkan tüm problemlerin garanti kapsamı dışında olmasına şaşarsınız, daha sonra öğrenirsiniz ki bu ürünü kullanan tüm arkadaşlarınız da aynı sıkıntıları çekmektedirler.
vs vs vs…
“mış gibi” yaparak müşterilerin kendisini tercih etmesini sağlayan bazı firma yöneticileri müşteri sayılarının arttığını gösteren raporlara sevinerek aslında kendilerini kandırırlar. Çünkü, “mış gibi” yaptıklarını anlayan müşteriler, sadece bir daha oraya uğramamak ile kalmaz, kandırıldıklarını düşündüklerinden tatmin olmayan herhangi bir müşteriden daha fazla tepki verirler; arkadaşlarını vazgeçirirler, aleyhinizde mail gruplarını mail atarlar, mevcut müşterilerinizi etkilemeye çalışırlar...
Tiyatro sahnelerinin aksine, gerçek hayatta yapılması gereken dürüst olmaktır. Ancak, “mış gibi” yapacağınız şeyleri sakın unutmayın, onları gerçekten hayata geçirirseniz yani dediğinizi gerçekten yaparsanız müşteri sayınız da, müşteri memnuniyetiniz de, müşteri sadakatiniz de artacaktır.
İsmail Can Törtop
PlusValue
Temmuz 02, 2008
Garanti Caz Yeşili Serisi
Uluslararası İstanbul Caz Festivali 15'nci yaşını kutluyor. Bu yıl 2 ile 16 Temmuz arasında gerçekleşecek olan festivalin "ağır topları" Herbie Hancock, Lenny Kravitz, Omara Portuondo... İşte festivalin heyecan verici programından seçmeler.
İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen İstanbul Caz Festivali bu yıl 15. yaşını kutluyor. 2 – 16 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşecek 15. Uluslararası İstanbul Caz Festivali, 40’a yakın konserle yine İstanbul’u bir caz kentine dönüştürmeye hazırlanıyor.
İstanbul Caz Festivali’ne daha önceki yıllarda da konuk olan dünyaca ünlü bas virtüozü Marcus Miller, 7 Grammy ödüllü Al Jarreau, eklektik müzik zevkini, kendine özgü dinamik yorumuyla bütünleştiren caz vokalisti Nnenna Freelon, Ivan Lins, Buena Vista Social Club’ın hayatta kalan tek üyesi ve yüzbinlerin sevgilisi Omara Portuondo, Judeo-Espanyol (Ladino) şarkılarının önde gelen temsilcilerinden Yasmin Levy, 1960’larda bossa-nova’dan sonra gelen en önemli müzik hareketi Tropicalia’yı başlatan isimlerden Caetano Veloso, neo-folk akımının en önemli temsilcilerinden şarkı yazarı-şarkıcı Rufus Wainwright. Son dönemin alternatif yıldızı Wainwright, 2005 yılında dünyaca ünlü prodüktör Arif Mardin’in elinden çıkan “State of Mind” albümü ile ismini geniş kitlelere duyuran, doğuştan görme engelli Midón festivalin ağır toplarından.
Ölümünün beşinci yılında Nina Simone'yi anma gecesi, European Jazz Club Geceleri de festivalin dikkate değer etkinliklerinden.
15. Uluslararası İstanbul Caz Festivali konserleri bu yıl yine şehrin çeşitli mekânlarına yayılacak. Festival konserlerine bu yıl, Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nin yanı sıra Sepetçiler Kasrı, Esma Sultan Yalısı, Aya İrini Müzesi, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Arkeoloji Müzesi Bahçesi, Nardis Jazz Club ve İstinyePark ev sahipliği yapacak.
Festival’in gelenekselleşen etkinliği Caz Vapuru bu yıl 6 Temmuz Pazar günü Barış Manço Gemisi’nin Boğaz turuyla sürerken, “Sokak Konserleri” caz coşkusunu İstanbul sokaklarına taşımaya devam edecek.
Devamı için tıklayın...
Durumsal Zekâ
Milli Takım'da kimsenin çözemediği o 'şey' Türk'ün durumsal zekâsıdır
Biz bize benzeriz. Konuşmadan da anlaşırız. Sadece Türklerin anlayabileceği özel bir beden dilimiz var. Bir göz kırpma, bir küçük dudak kıvırma, bir küçük ünlem ya da hiçbiri. Biz yine de anlarız birbirimizi.
Euro 2008 boyunca Türk Milli Takımı'nın en çok sözü edilen yanı tüm yabancı uluslarca çözülemeyen bilinmezliğiydi. Ne oyun kuruşumuzdan, ne oyuncularımızın muhteşem ataklarından ne de Fatih Terim'in ustaca taktiklerinden uzun süre söz edildi. Sözü edilen en önemli şey, anlaşılamayan stratejimiz, kaynağı bilinmeyen enerjimiz ve son saniyelerde yenilgiyi başarıya dönüştüren inancımızdı.
Rakip takımların teknik direktörleri, oynadığımız maçları defalarca izlemelerine rağmen Türk takımının taktiklerini bir türlü anlayamamış, bir matematik formüle oturtamamışlardı. Bence haklıydılar; çünkü takımımızın her defasında aynı kurguyla oynadığı bir sistematiği zaten yoktu. Karşısındaki takımın oyuncuları, taktiği ve o maçtan alınması gereken skor ne ise Fatih Terim o duruma göre bir strateji belirlemişti. Ayrıca saha içinde de dışarıda belirlenen yaklaşımın dışında gelişen her durumda oyuncular durumsal zekâlarını kullanmışlardı.
'İş Dünyasına Yön Verenler' söyleşilerimizin konuklarından birisi Bosch Türkiye CEO'su Hermann Butz'du. Bosch, bilindiği üzere Alman kuruluşu ve Butz da Alman vatandaşı. Ona, "Türk ve Alman çalışanlarınız arasında nasıl bir yaklaşım farkı var?" diye sormuştum. Cevabı, bizim 'durumsal zekâmızı' açıklar niteliğindeydi, "Türkler her problemin çözümünü çok hızlı buluyor. Almanlar ise çözümü daha uzun sürede buluyor ama bu çözümler de kalıcı oluyor." demişti.
Türk Milli Futbol Takımı, bizi en çok onurlandıran oyunu Euro 2008'de sergiledi. Bu tür turnuvalar ticari amaçların yanı sıra toplumların kaynaşmasını da sağlamaya çalışır. Sanırım bizi farklı kılan unsurlardan birisi daha Türk seyircilerinin de Milli Takım oyuncularının da maçlara ne pahasına olursa olsun kazanılması gereken bir milli mücadele olarak bakıyor olmasıydı. Bunu diğer ülkelerin takımlarında bizim ciddiye aldığımız kadar ciddiye aldıklarını görmek mümkün değil. Bizim için Milli Takım karşılaşmaları hiçbir zaman bir 'show business/eğlence işi' olmadı, olamıyor.
Şu meşhur 'durumsal zekâmıza' gelince; pratik olmak, durumun gereklerini hızlıca algılamak ve aksiyona geçmek, her soruna çözüm getirme gayreti, koşullara uyum ve hızlı tepki verme, iş bitirme ve daha pek çok ayrıntıyı hızlıca görme olarak tanımlayabiliriz. Dünya literatürüne geçmiş pek çok hızlı çözümümüz fıkralaşırken, Eczacıbaşı CEO'su Erdal Karamercan'ın Türk insanının iş yapabilme becerisine inancını anlatan şu cümlelerini tekrar hatırlayalım: "-50 ila +50 derece arasındaki iklimlerde yaşayan, eline bavulunu alıp dünyanın en ücra köşelerine bile yüksünmeden gidip iş yapabilen tek millet var; Türkler." Hermann Butz'un her duruma hızlı çözüm bulan, Erdal Karamercan'ın her durum ve koşulda iş yapabilen Türkler tanımına bir ekleme de benden, genetik kodumuz içinde Allah vergisi bulunan 'durumsal zekâmızı' kalıcı çözümler bulmak için de kullanmalıyız.
Günseli Özen Ocakoğlu
Biz bize benzeriz. Konuşmadan da anlaşırız. Sadece Türklerin anlayabileceği özel bir beden dilimiz var. Bir göz kırpma, bir küçük dudak kıvırma, bir küçük ünlem ya da hiçbiri. Biz yine de anlarız birbirimizi.
Euro 2008 boyunca Türk Milli Takımı'nın en çok sözü edilen yanı tüm yabancı uluslarca çözülemeyen bilinmezliğiydi. Ne oyun kuruşumuzdan, ne oyuncularımızın muhteşem ataklarından ne de Fatih Terim'in ustaca taktiklerinden uzun süre söz edildi. Sözü edilen en önemli şey, anlaşılamayan stratejimiz, kaynağı bilinmeyen enerjimiz ve son saniyelerde yenilgiyi başarıya dönüştüren inancımızdı.
Rakip takımların teknik direktörleri, oynadığımız maçları defalarca izlemelerine rağmen Türk takımının taktiklerini bir türlü anlayamamış, bir matematik formüle oturtamamışlardı. Bence haklıydılar; çünkü takımımızın her defasında aynı kurguyla oynadığı bir sistematiği zaten yoktu. Karşısındaki takımın oyuncuları, taktiği ve o maçtan alınması gereken skor ne ise Fatih Terim o duruma göre bir strateji belirlemişti. Ayrıca saha içinde de dışarıda belirlenen yaklaşımın dışında gelişen her durumda oyuncular durumsal zekâlarını kullanmışlardı.
'İş Dünyasına Yön Verenler' söyleşilerimizin konuklarından birisi Bosch Türkiye CEO'su Hermann Butz'du. Bosch, bilindiği üzere Alman kuruluşu ve Butz da Alman vatandaşı. Ona, "Türk ve Alman çalışanlarınız arasında nasıl bir yaklaşım farkı var?" diye sormuştum. Cevabı, bizim 'durumsal zekâmızı' açıklar niteliğindeydi, "Türkler her problemin çözümünü çok hızlı buluyor. Almanlar ise çözümü daha uzun sürede buluyor ama bu çözümler de kalıcı oluyor." demişti.
Türk Milli Futbol Takımı, bizi en çok onurlandıran oyunu Euro 2008'de sergiledi. Bu tür turnuvalar ticari amaçların yanı sıra toplumların kaynaşmasını da sağlamaya çalışır. Sanırım bizi farklı kılan unsurlardan birisi daha Türk seyircilerinin de Milli Takım oyuncularının da maçlara ne pahasına olursa olsun kazanılması gereken bir milli mücadele olarak bakıyor olmasıydı. Bunu diğer ülkelerin takımlarında bizim ciddiye aldığımız kadar ciddiye aldıklarını görmek mümkün değil. Bizim için Milli Takım karşılaşmaları hiçbir zaman bir 'show business/eğlence işi' olmadı, olamıyor.
Şu meşhur 'durumsal zekâmıza' gelince; pratik olmak, durumun gereklerini hızlıca algılamak ve aksiyona geçmek, her soruna çözüm getirme gayreti, koşullara uyum ve hızlı tepki verme, iş bitirme ve daha pek çok ayrıntıyı hızlıca görme olarak tanımlayabiliriz. Dünya literatürüne geçmiş pek çok hızlı çözümümüz fıkralaşırken, Eczacıbaşı CEO'su Erdal Karamercan'ın Türk insanının iş yapabilme becerisine inancını anlatan şu cümlelerini tekrar hatırlayalım: "-50 ila +50 derece arasındaki iklimlerde yaşayan, eline bavulunu alıp dünyanın en ücra köşelerine bile yüksünmeden gidip iş yapabilen tek millet var; Türkler." Hermann Butz'un her duruma hızlı çözüm bulan, Erdal Karamercan'ın her durum ve koşulda iş yapabilen Türkler tanımına bir ekleme de benden, genetik kodumuz içinde Allah vergisi bulunan 'durumsal zekâmızı' kalıcı çözümler bulmak için de kullanmalıyız.
Günseli Özen Ocakoğlu
eNSTaNTaNeLeR 46
* Hatalıysam 'poke'la!
* Sanat için soyulan patates
* İndirimi indirdik!
* Çizmeli Külkedisi
* Uyuyan güzel, uyumayan çirkin.
* Satamayana satarlar!
* Modifiye dil
* Uçun sözler uçun doğduğum yere-
Bakî kalan bu kubbede hoş bir yazı imiş...
* Sanat için soyulan patates
* İndirimi indirdik!
* Çizmeli Külkedisi
* Uyuyan güzel, uyumayan çirkin.
* Satamayana satarlar!
* Modifiye dil
* Uçun sözler uçun doğduğum yere-
Bakî kalan bu kubbede hoş bir yazı imiş...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)